14 Aralık 2013 Cumartesi

SEÇİMLERE İŞYERİNDEN BAKINCA

...

Son on yılda şirketlerin, patronların biz çalışan insanları aynı AKP gibi yönetmeye başladıklarını anlatacağız. Mesaileri anlatacağız. Şirketlerce alınan, beş kuruşa yaramaz kararları anlatacağız. Bunlarla AKP'nin beş kuruşa yaramaz yönetim anlayışının, kalkınma anlayışının ilişkisini anlatacağız. Toplumu ne hale getirdiğini, bunun sonunun ne olduğunu anlatacağız. AKP'ye verilen her oyun, patronların cebine giren, bizden çıkan para olduğunu anlatacağız. Kısacası, işyerlerindeki problemlerimizin AKP yönetimiyle, “kendine güvenli cehaletin yönetimi” ile ilişkisini anlatacağız.

AKP seçmeni iş arkadaşlarımıza söyleyeceğimiz temel şey şu olacak:

AKP'ye oy verme de, kime verirsen ver! 

Devamı için  dazayn.org'a göz atabilirsiniz... 

1 Aralık 2013 Pazar

DENEYİMLER: İŞYERİ BİRLİĞİ NASIL KURULUR?

...
Sömürüyü arttırmaya çalışan müdürleri tek tek belirledik. Yaptıkları her hareket, konuştukları her kişi gözetimimizde. Etraflarına saçtıkları zehiri, kullandıkları kavramları tek tek ele alıyoruz ve antidotunu üretiyoruz. Neden çok çalışmak gerektiğini mi anlattılar? Çevremizdekilere hemen bunun neden patrona yalakalık olduğunu anlatıyoruz. Nasıl yönetmek gerektiğine ilişkin bir toplantıda konuştular mı? Hemen o şekilde neden yönetilemeyeceğimizi anlatıyoruz. Böylelikle yavaş yavaş “yönetmelerine” engel oluyoruz. Her seferinde giderek ve giderek kullandıkları fikirlerin biz çalışanlar üzerinde etkisiz kaldığını görüyorlar. (2)
...

Devamı için  dazayn.org'a göz atabilirsiniz...



19 Kasım 2013 Salı

İŞYERLERİ BİRLİKLERİNE DOĞRU

Picture Türkiye'deki devrimci sendikacılık ne dünyanın gerekliliklerini ne de ülkenin durumunu karşılayabilir durumda. Karşımıza her gün çıkan problemleri çözmek için düşünceler ve taktikler üretmek yerine reaksiyonlara hapsolmuş, planı olmayan bir sendikacılık anlayışıyla karşı karşıyayız. Bu dertten, sendikaların içindeki bürokrasiye düşman unsurlar da muzdarip. THY grevinde “devrimci” sendikacılığın da, ona muhalif “daha da devrimci” sendikacılığın da sınırlarını on yüz milyonuncu kez görmüş olduk. 

...

Proudhon'un Sefaletin Felsefesi ve Marx'ın Felsefenin Sefaletini okuyan herkes, bu ikisinin mülkiyetin kutsallığı konusunda kapıştıklarını bilir. İlginç olan, anarşistlerin Proudhon'un savunduklarına rağmen mülkiyeti fiili süreçte bir “engel” olarak görmezken, kendilerine marxist diyenlerin Marx'a rağmen, mülkiyeti kutsal görme ve ancak politik iktidar değiştiğinde değişebilecek bir hukuki kurum olarak görme eğilimleri. Burada kendilerine marxist diyenlerin gerçek hayattan kaçıp, politik gölge oyununa sığınma isteklerini görmemek mümkün değil. Oysa, Marx'ta da, Lenin'de de, Troçki'de de işyerlerinin çalışanlarca kontrolü kilit önemdedir. Hem de devrimden sonra, iktidar alındıktan sonra, çıkmaz ayın son çarşambası değil. Olabilecek ilk anda. Lenin'in Uzaktan Mektuplar'ında da, Nisan Tezleri'nde de, Troçki'nin Faşizme Karşı Mücadele derlemesinin ilk başında da fabrikaların denetiminden bahsedilir. Bizim “marxistlerimiz” içinse bu politik devrimden sonra düşünülecek bir ayrıntıdır yalnızca.

Sırf kadim metinler değil, örneğin Zizek de bu konuda açık fikirlidir: “Marx'ın kilit içgörüsü bu bağlamda halen geçerlidir; hatta belki de hiç olmadığı kadar: Marx'a göre, özgürlük meselesi öncelikle siyaset alanına konumlanmamalıdır. (Bir ülkede serbest seçimler yapılıyor mu? Hakimler bağımsız mı? Basın, gizli baskılardan uzak mı? İnsan haklarına saygı österiliyor mu?) Bilakis, gerçek özgürlüğün anahtarı piyasadan aileye “siyasi olmayan” toplumsal ilişkiler ağında yer almaktadır; eğer gerçek bir değişim istiyorsak bu, siyasi reform yoluyla değil “apolitik” toplumsal üretim ilişkileri alanında gerçekleşecektir. Kimin neye sahip olduğuna veya fabrikadaki ilişkilere çok dikkat etmeyiz; bütün bunlar politik alanın dışında kabul edilir, demokrasiden bu alanları “genişleterek” -diyelim ki halk denetiminde “demokratik” bankalar kurarak- bazı şeylerin fiilen değişmesini beklemek yanıltıcı olur. Radikal değişimler hukuki “haklar” alanı dışında gerçekleşmelidir: Ne kadar radikal bir anti-kapitalizmi savunursak savunalım, bunu anlamadığımız sürece, çözümü demokratik kurumlara başvurmakta (ki bu kurumlar da elbette bazen olumlu roller oynayabilir) ararız – kapitalist yeniden üretimin kesintisiz işleyişini güvenceye alan “burjuva” devlet aygıtlarının bir parçası olduğunu asla unutmamamız gereken mekanizmalar.


Devamı için... dazayn.org

2 Kasım 2013 Cumartesi

#DİRENİŞÇİ KAMPANYASINI İŞYERLERİNE NASIL YAYARIZ?

Picture
 
 Bu yasa bir şekliyle çıkarsa, hayatlarımız çekilmez hale gelecek. Orası kesin. Bu sebeple bu sefer sessiz kalamayız. Orası da kesin. Peki ne yapacağız?

 
Yasa tasarısının neler getirdiğine aymış bir çok insan sendikaların yapacaklarını bekliyorlar. Bu geçmiş zamanlarda büyük bir hataydı. Bugünse daha da büyük, inanılmaz büyük bir hata olur. Sendikaların ne yapacağını beklemektense, kendisi bir şeyler yapmak isteyenler, hızlı bir şekilde işyerlerinde çalışanların yasa tasarısı üzerine bilgilendirilmesini sağlamaları gerek. Peki de bunu nasıl sağlayacağız?





Picture
Twitter:
Öncelikle twitter müdavimleri için birkaç takip edilesi hesap:
@diskinsesi @sosyal_is @BirlesikMetal Tabi ki, #direnİşçi hash tagi.
Bunun yanında, twitterda “Kıdem Tazminatı” yazın ve soru soran herkesi bilgilendirin. Her gün onlarca, bu yasa ne getirir diyen insan karşımıza çıkıyor. Onlara DİSK'in sesi dergisinin 171. sayısını gönderseniz bile işe yarayacaktır. Tabi esas olarak, işyerinizdeki çalışma arkadaşlarınızla bunu konuşmanız çok daha verimli olacaktır. 
 
 
 

1 Kasım 2013 Cuma

İŞYERLERİ ÇALIŞMALARI EĞİTİMİ: BİR DEĞERLENDİRME



İşyerleri Çalışmalarında İlkeler metninde 10. maddemiz şuydu: “Yolları dene: İşyerinde müdüre/patrona karşı her yolu dene. Yalnızca kendi safına karşı dürüst olmak zorundasın. İşyerinde kazanım için, bir mücadele ağı kurmak için her yolu dene: Savaşı, barışı, dürüstlüğü, iki yüzlülüğü, büyüyü ve zehri, herseyi...” Biz de şimdilerde eğitim yolunu deniyoruz. İşyerlerinde kendi hakkını korumak isteyen herkese yönelik eğitimlerimiz devam edecek.

Bu eğitimleri güçlendirip, Türkiye'ye uygun hale getirip daha da yaymamız gerekiyor. Bu sebeple ilk eğitimimizin kısa bir eleştirisini yapmak istiyoruz.

Katılım:

  • Katılım azdı. Geleceğini söyleyenler gelmediler. Bu durumun bir nedeni, katılımcıların eğitimin tam içeriğinden habersiz oluşuydu. Bu problem, katılımcıları “Neden durduk yere bir eğitime katılalım?” düşüncesine itti. Bir diğer nedeni, bir ya da iki gün önceden katılımcılarla iletişim kurup gelip gelemeyeceklerini teyid etmedik. Bu da tam tarihin unutulmasına, insanların kafasında “Acaba olacak mı?” düşüncesine ve böylelikle rehavete neden oldu. Genel olarak söyleyecek olursak, bundan sonraki eğitimlerde katılımcılara daha ayrıntılı ön bilgi vermek ve eğitimden önce iletişime geçmek zorundayız.

  • Katılımcı profili, tam düşündüğümüz gibi gerçekleşti. Beyaz yakalı çalışanları hedeflemiştik. Kapitalist hiyerarşinin yüksek basamaklarındakiler yer almadığı için herşey rahatça konuşulabildi. Gelecekte yine bu ilkeye riayet etmemiz gerekiyor. İnsan atma yetkisi olan kimse bu eğitimlere girememeli!
    ...
    Okumak için: 

26 Ekim 2013 Cumartesi

#DİRENİŞÇİ KAMPANYASI VE İŞYERLERİ

Bu yazı 5 Ağustos 2012'de yazılmıştı. Güncelliğini hala koruduğundan dolayı -yani AKP doğal olarak hala işverenlerin tarafında olduğundan dolayı- bir kez daha yayınlıyoruz:

Kıdem Tazminatı Yasa Tasarısı ve İşyerleri
  • Bu yasanın asıl amacı, ne AKP’nin bizim tazminat paralarımıza göz dikmesi, ne konut sektörü ne de başka bir şey. Bu yasanın asıl amacı İŞVERENLERİN ÇALIŞANLARI TOPLU İŞTEN ÇIKARIRKEN RAHAT ETMELERİNİ SAĞLAMAK. Bu yasayla işverenler tazminat paralarını taksit taksit ödeyecekler. Böylelikle işten çıkarma anında, toplu para ödemek zorunda kalmayacaklar. 

  • Toplu işten çıkarmaların kolaylaştırılması dışında kalan her şey, patronlara düşen payın azaltılmasından devletin katkısına kadar her şey, AKP tarafından geri alınabilir. Yerlerine iştah açıcı şeyler konabilir. Bu yasayla Kıdem Tazminatı bir emeklilik şekline dönüştürülüyor. Oysa hepimiz SGK'lıyız zaten. Dolayısıyla, bizim önümüze bizim için avantajlı gibi gelen çok şey çıkartılabilir. 
     
      KANMAMALIYIZ, İŞ ARKADAŞLARIMIZIN KANMASINA İZİN VERMEMELİYİZ! 

Okumak için: http://www.dazayn.org/2/post/2013/10/dren-kampanyasi-ve-yerler.html

24 Ekim 2013 Perşembe

DİSK sokağa çağırıyor: “Ölmek var, dönmek yok, tazminatı vermek yok”

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) bugün (24 Ekim)Ankara ve İstanbul’da yaptığı eylemlerle kıdem tazminatının gasp edilmesi girişimleri karşısında yürüteceği kampanyayı başlattı.
Ankara’da saat 13’te Arı Stüdyosu önünde toplanan DİSK üyeleri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na, İstanbul’da da saat 12’de DİSK Genel Merkezi önünde buluşan DİSK üyeleri Mecidiyeköy  Metro durağına yürüdü.

Ankara’daki basın açıklamasını DİSK Genel Başkanı Kani Beko, İstanbul’dakini de DİSK Genel Sekreteri Dr. Arzu Çerkezoğlu okudu.

Yürüyüşler boyunca dağıtılan bildiriler halktan yoğun ilgi görürken ve eylemlerde şu sloganlar atıldı: “Ölmek var, dönmek yok, tazminatı vermek yok”, “Köleliğe karşı Diren İşçi, Kıdem tazminatının gaspına karşı Diren İşçi, Çocukların İçin Diren İşçi, İş Güvencesi İçin Diren İşçi”, “Tazminat haktır,  gasp edilemez”, “Fona devir yağma demektir”, “Direne direne kazanacağız”, “Zafer direnen emekçinin olacak”, “AKP elini tazminattan çek”, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam”

Devamı için: 

http://www.dazayn.org/2/post/2013/10/dsk-sokaa-airiyor.html

http://www.disk.org.tr/2013/10/disk-sokaga-cagiriyor-olmek-var-donmek-yok-tazminati-vermek-yok/

28 Eylül 2013 Cumartesi

İşyerleri Çalışmaları Eğitimi

Bayramı da kullanıp, bir işyerleri organizasyonları eğitimi düzenlemeyi kafaya koymuştuk. İstanbul'da Avrupa yakasında 18 Ekim 2013 Cuma günü, hep birlikte IWW ve Solidarity Federation'ın “İşyerleri Örgütlenmelerine Giriş” dersini alacağız. Şimdilik, katılımı kısıtlamak zorundayız. Bu sebeple büyük şirketlerde çalışan beyaz yakalılarla başlamayı düşündük. Eğitim pratiğimiz geliştikçe, yabancı dillerden daha fazla materyal çevirdikçe, eğitimleri tabana doğru yaymayı düşünüyoruz. 

Eğitim programı:


  1. Temel kavramlar:

  • Dayanışma

  • Kolektiflik

  • Legalizm

  • Doğrudan Eylem nedir? Grev nedir? Gösteri nedir?

  • Neden işyerleri?

  • Sendikalara bakış?
...


Devamını okumak için...

http://dazayn.org/2/post/2013/09/isyerleri-calismalari-egitimi.html

25 Eylül 2013 Çarşamba

İşyerleri çalışmalarında ilkeler




  1. Sadelik: Asla reklamcılık yapma. Asla kahramancılık oynama. Asla olması gerekenden fazlasını olmus gibi gosterme!
  2. Kolektiflik: Her zaman ağındakilerle birlikte hareket et. Birlikte çalis, birlikte diren! Kolektif calısmayi öğren!
  3. Rasyonellik: Her zaman planlı adımlar at. Her zaman iş yapma şeklin, direnme şeklin rasyonel olsun. Fevri davranışlar yok!
  4. Çalışma disiplini: Çalışma yoğunluğunu ağındaki diğerleriyle birlikte belirle. Mesai zorunluysa ağınndaki insanlarla birlikte kal! Hayır diyeceksen, birlikte Hayır! de.
  5. İşbirliği: İşyerlerindeki politik gruplarla ortak iş yap. Ama bunu sağlamak için onlara yönelik eleştirilerini asla gizleme. Onlarla bayrağı asla karıştırma. Eğer eleştirilerini saklarsan ve saçmalamaya başlarlarsa, fatura sana keslir. Unutma!
  6. Pratikte dürüstlük: Söylediğin şeyi, yaparım dediğin şeyi mutlaka yap. Yapamayacağın şeyi asla söyleme. Yapamazsan sana sorulmadan önce hesap ver! Sakın ego felan yapmaya kalkma.
  7. Düşüncede istikrar: O sırada trend diye bir fikre sazan gibi atlama. Ölç, biç, hesapla, ondan sonra tavır geliştir! Eğer bunu devamlı yaparsan, sonuçta çürür ve fırsatları kullanmak yerine, fırsatlar için yaşamaya başlarsın. Onun adı da oportünizmdir. Sakın unutma!
  8. Hatırla: Asla unutma, asla affetme! Bu sınıf savaşıdır, oyun değil. Hatırla: Nefretini unutan, sevgisini de unutur!
  9. Olgunluk: Gelen eleştirileri ne kadar ağır, ne kadar haksız olursa olsun saldırıyla karşılama, dürüstçe cevaplandır ve hazmetmesini bil. Başkalarını, diğerlerini eleştirdiğin kadar ağındaki insanları da, yoldaşları da eleştir. Sen eleştirildiğinde de sakın ola, küsme.
  10. Yolları dene: İşyerinde müdüre/patrona karşı her yolu dene. Yalnızca kendi safına karşı dürüst olmak zorundasın. İşyerinde kazanım için, bir mücadele ağı kurmak için her yolu dene: Savaşı, barışı, dürüstlüğü, iki yüzlülüğü, büyüyü ve zehri, herseyi...
Yazının tümü : dazayn.org

21 Eylül 2013 Cumartesi

Gezi Dersleri

...Ve Gezi, tüm beyaz yakalılara başka bir şey daha öğretti: Beyaz yakalılar geceleri Gezi'de özgürlüğü tattılar. Ve gündüzleri yine gündelik köleliği tattıkları fabrikalarına, ofislerine geri gittiler. Kimileri bunu kutsadı; Clark Kent gibiyiz diyenler de çıktı, kendini Matrix'teki Neo'ya benzeten de. Ama çoğunluk, bu gerçeğin altında ezildi. Bu şizofreniyi kabul etmedi. Ve artık işyerlerinde, oraların da özgürleşmesi gerektiğini farketmeye başladılar. Düne kadar işyerlerinde yaşadıkları hayatı gerçek hayatlarından çalınmış olarak gören binlerce çalışan, yalnızca işten sonra arta kalan zamanlarını “özgürce” yaşamanın yetmediğini, artık o çalınan hayatın da özgürleşmesi gerektiğinin farkına vardı. Yani Gezi, işyerlerinde de artık daha muhalif olmamız gerektiğini, oralarda da dayanışmamız, oralarda da örgütlenmek zorunda olduğumuzu öğretti. Kısacası Gezi, hayatın, işiyle, eviyle, sokağıyla, eğlencesiyle bir bütün olduğunu, yalnızca iktidarın, politik yöneticilerin değil, gündelik hayatımızı, işyerlerimizi yönetenlerin de artık bizi yönetemeyecekleri bir yaşam kurmamız gerektiğini öğretti....

Yazının devamını yeni adresimizden okuyabilirsiniz:

31 Temmuz 2013 Çarşamba

İslamcı işyerlerinde calışırken Gezi direnişine katılmak

Sayıca hayli fazla işyeri, islamcı veya muhafazar bir ortama sahip ve dolayısıyla bir çoğumuz bu işyerlerinde çalışarak hayatımızı kazanıyoruz. İşyeri ortamımızda çoğunlukta olan bu muhafazakar kesim, çoğunluk olmanın verdiği cüret ve güçle istediğini rahatça söylemekte, hep dilden düşürmedikleri inanca, düşünceye saygı kısmını bir kendi çıkarlarına gelince işletmekte. Bu islamcı, muhafazakar ya da iktidar yanlısı işyerlerinde çalışan ve onlar gibi düşünmeyen bizlerin çoğu, Gezi direnişinden önce düşündüklerimizi, bize aykırı gelen şeyleri açıkça dile getirmiyor veya getiremiyorduk. Bu da bizde bir öfkenin birikmesine yol açıyordu.

30 Temmuz 2013 Salı

Gezi Hareketi Notları (3) İşçi Sınıfı Nerede?


Gün Zileli, Türkiye işçi sınıfı üzerine mükemmel bir durum tespiti yapmış. Biz de yazdıklarını aynen buraya koyuyoruz. Sınıfı nasıl birleştirebileceğimize ilişkin, deyim yerindeyse yeniden nasıl yaratabileceğimize ilişkin tartışmaları da blogumuzda yayınlayacağız. - Dazayn




15-16 Haziran 1970 işçi hareketini net olarak hatırlıyorum. DİSK’in öncülüğünde bir hareketti. Sol örgütler de hareketin içinde yer almıştı ama onların fiilen yönlendirici olduğunu söyleyemeyiz. İşçiler, kendilerini desteklemeye gelen solculara elbette “hoş geldiniz” demişlerdi ama sadece sendika önderliklerini izlemişlerdi. 15-16 Haziran, DİSK açısından olduğu kadar işçiler açısından da hayati bir mücadeleydi. O gün işçi sınıfının somut mücadelesi, Türk-İş sarı sendikalarından DİSK sendikalarına geçme mücadelesi etrafında odaklanmıştı. AP hükümeti, sendikalar yasasında bir değişiklik yasa tasarısı getirerek DİSK’in önünü kesmeye çalışmıştı. Bu durumda DİSK’in, işçilere “cebinizde mendilinizle gelmeyin” çağrısı yapması son derece doğaldı. İşçi sınıfı o gün de fazla politize olmuş bir kitle değildi. DİSK aracılığıyla soldan etkileniyordu ama o kadar. Üretim koşullarından dolayı entelektüel yetenekleri gelişmiş bir sınıf da değildi. Marmara havzasındaki ağır sanayi fabrikalarında yoğunlaşmış bir sınıftı. Uzun yıllar sarı sendikacılığın baskısı altında kalmıştı. Şimdi DİSK onlara bu sarı sendikacılıktan kurtulma şansı sunuyordu. Kendine özgü fabrika içi parolalarla gizlice örgütlenmekte ve aniden bir işgal eylemine girişerek topluca sendika değiştirmekte ustalaşmıştı. Üretim koşullarından dolayı topluca ve kitle olarak hareket etmekte üstüne yoktu. İşten atılmaktan korkardı işçi, bu yüzden patronlara ve sarı sendikacılara uzun yıllar boyun eğmişti ama bir çıkış yolu gördüğü zaman da onu kimse tutamazdı. Hele bir tepesi atmaya görsün, çelikten bir kitle olarak yürür ve önüne ne çıkarsa ezip geçerdi. 15-16 Haziran’da böyle oldu. Alibeyköy bölgesindeki mücadelelere öncülük eden Demirdöküm işçilerinin dalga dalga gelen o gururlu ilerleyişi bugün gibi gözümün önündedir.

28 Temmuz 2013 Pazar

AKP'li iş arkadaşlarımıza...

İki aydır, elimizden geldiğince hem bulunduğumuz yerlerde, hem twitterda, hem de bu blogda Gezi olaylarının potansiyelini işyerlerine çevirmek gerektiğini anlattık durduk. İlk reaksiyonlar, “Gezi'de sokağa çıkmış insanları yine işyerlerine kapatmaya çalışıyorsunuz” türünden saçmalıklar oldu. Oysa biz, hem “Gezi'den sonra ne olacak?” sorusunun cevabını kendi düşüncelerimiz üzerinden anlatmaya çalışıyorduk, hem de Gezi'nin özgürleştirici potansiyelini işyerlerine yöneltmek için çaba sarfediyorduk.

Şu sıralar Gezi olayları çoğu yerde dindi. Hala yapılan gösteriler, çoğunlukla 31 Mayıs günü sokaklara çıkan milyonlarca insanın onda biri insanla yapılıyor. Görmek isteyen herkes bunun farkında. Yalnızca AKP'nin pis reaksiyonu başladığı için değil, aynı zamanda Gezi'nin önemli bir handikapı ortaya çıktığı için: Peki ya sonra?

Düşünce olarak gelinen yer ise çoğunluk için şu nokta: Sırrı Süreyya belediye başkanı olsun. Yok yok, Şafak Pavey olsun. Yok İhsan Eliaçık olsun. Vesaire. Yani demokrasi denen oyunun bizi götürdüğü en son nokta. Oysa en başından beri yapılması gereken önemli bir görev vardı. AKP'nin asla ulaşamayacağı, ulaştığı noktalarda asla taviz veremeyeceği, AKP'nin canını yakabilecek o biricik noktada örgütlenmek: Gezi ruhunu işyerlerine taşımak. Şu sıralar, yani bir anlamda iş işten geçtikten sonra, bir bölüm siyasetin nihayet isyanı işyerlerine yaymalıyız yazıları ortaya çıkmaya başladı. Geç olsun da güç olmasın diyebilirdik ama şu anda problem artık, “isyan”ın işyerlerine yayılması değil. Problem AKP'li çalışanları da kapsayacak işyerleri odaklı muhalefet ağları kurulması. Muhalefet dediysek, yalnızca AKP'ye karşı muhalefetten bahsetmiyoruz. AKP'nin 11 yılı boyunca, semirdikçe semiren patronlara karşı da bir muhalefet ağından bahsediyoruz.

İşte bu sebeple bu yazıyı kaleme aldık. Örneklerimiz eksik olabilir. Çalışan arkadaşların işyerlerindeki kendi deneyimlerini bize yazıp, örnekleri çoğaltmalarını arzuluyoruz. Tabi bunun için, AKP'li çalışan arkadaşlarıyla iletişime geçmiş ve işyeri sorunları üzerine konuşuyor olması ön şart. Yoksa, Sırrı'ya oy vermek üzerine yapılan konuşmaların AKP'li arkadaşlarımızı kazanmakta pek de işe yaramayacağını görmemiz gerekiyor.


AKP'ye oy vermiş iş arkadaşım,


Senin nasıl düşündüğünü ve Tayyip'e ya da senin deyişinle AK Parti'ye neden bu kadar destek olmak istediğini anlıyorum. Ama artık biraz da senin beni anlaman, dinlemen gerek.

25 Haziran 2013 Salı

IWW - Dünyanın Endüstri İşçileri Sendikası: Direnen Türkiye halkıyla dayanışma çağrısı!


Dünyanın Endüstri İşçileri Sendikasının (IWW) Uluslararası Dayanışma Komisyonu Türkiye'de baskıcı ve neo-liberal politikalara karşı ve karar alma süreçlerine daha fazla katılım için mücadele veren işçi dostlarımızla dayanışmaya katılıyor.

Acımasız polis vahşetine ve özgür konuşma hakkının aşırı şiddetle baskılanmasına rağmen, temel hakları için direnen halk mücadeleye devam ediyor. Onların sarsılmaz iradesinden ilham aldık ve etkilendik.


22 Haziran 2013 Cumartesi

Gezi Parkı Direnişi ve İşyerleri


Gezi Parkı Direnişini işyerlerine, çalışan sınıfın bütününe yaymak gerekiyor. Çünkü karşımızdaki iktidar, gösterilerin gösterdiğini anlamıyor. O halde “anlayacakları dilden” konuşmak gerek. Anlayacakları dil, bu ülkeyi TOMAkrasiyle yönetemeyeceklerini göstermek. Yönetmeye kalktıkları sürece, o çok övündükleri ekonomilerinin yerle bir olacağını göstermek.

Gezi Parkı Direnişinin bize öğrettiği en önemli şeylerden biri de forumlar. Bütün işyerlerinde, yapabildiğimiz zaman açıkça, yapamadığımız yerde gizlice forumlar toplamalı, direnişte olanların deneyimlerini paylaşmalarını sağlamalı. Ama yetmez. Bunun yanında AKP'nin genel özgürlükler kadar, kendi çıkarlarımıza da zarar verdiğini dillendirmek gerek. Ülkenin ekonomisi yıllardır büyüdüğü halde, çalışanların maaşlarında en küçük bir iyileşme olmadığını farkeden herkes bunu dillendiriyor zaten.

16 Haziran 2013 Pazar

#GenelGrev

BASKI VE ŞİDDETE KARŞI DİRENENLERLE BİRLİKTE ALANLARDAYIZ!

Taksim Gezi Parkı’nın ranta kurban edilmesine karşı gelişen yurttaş duyarlılığını polis terörü ile bastırmaya kalkışan AKP iktidarı Türkiye halkının vicdanının, hak ve adalet arayışının güçlü duvarına çarptı.

AKP iktidarı halkın bu onurlu tepkisine devlet terörüyle karşılık verme yolunu seçti. Hak ve adalet isteyen insanlarımız öldürüldü, onlarcası sakat bırakıldı, binlercesi yaralandı.

Medya iktidar ablukası altına alınarak, Türkiye halkının özgürlükçü muhalefeti hakkında muazzam bir çarpıtma ve karalama kampanyası başlatıldı.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

1 Mayıs: İşyerlerinde gerçek kökleri olan bir yapıya ihtiyacımız var!

1 Mayıs için bir ders çıkarılıcaksa, o ders ne kadar zayıf olduğumuzu anlamak olmalı. O günkü “kahramanlıkları” boşverin. O gün yapılan baskıyı da boşverin. Egemen sınıf egemen sınıftır. Vali validir. Biz de biziz. İnanılmaz bir şiddetle bize saldırdıkları malum.

Dilan'a karşı laf eden kim varsa, lafını ağzına tıkmalıyız zaten. Yalıtabiliyorsak yalıtıp, nedamet getirmesi için elimizden geleni ardımıza koymamalıyız. 1 Mayıs öncesi “bu inatlaşma neden, başka yerde yapılsa ne olur, sırf bu yıllık bu yasak zaten” diyenleri tek tek hatırlayıp herkesin gözü önünde rezil etmeliyiz. İşyerlerimizde böyle saftiriklere yumuşakça davranamayız. Bize bu işler boş bakışı atanları, “Zam zamanı gelince mızırdanma o halde” diye tartışmanın ortasına sokmalıyız. Bunlar işyeri çalışmaları yapanlar için olmazsa olmaz şeyler. Sokak solcusu arkadaşlar ise, kendi kendilerine homurdanabilirler. Sitelerinde eleştiri üzerine eleştiri de döşeyebilirler. Onları işyerlerinde politika yapmaya çağırmaktan başka yapabileceğimiz bir şey yok.

Devletin elinde gazdan suya, kanundan kanunsuzluğa kadar her araç var. Bize bu baskıyı yapabilmeleri son derece normal. Kimse, Radikal'in ve diğer burjuva gazetelerin “solcu” köşe yazarlarının diliyle “Reva mı bu?” diye sormasın. Yapabildiklerine göre reva.

27 Nisan 2013 Cumartesi

Grev nasıl yapılmaz? Bir kez daha aynı ders: Çaykur grevi

21 Nisan günü gazetelerin internet siteleri Çaykur'da ertesi günü bir grev
başlayacağını yazdı. Bir süredir yapılan toplu sözleşme görüşmelerinin gidişatından haberdar olmayanlar bu haberle durumu öğrendiler. Bu çok şaşırtıcı bir durumdu, çünkü Çaykur'un ana fabrikaları Rize'deydi, başbakan buna izin vermez diye düşünülüyordu. Üstelik Çaykur'da 60 yıl boyunca tek bir grev bile olmamıştı.

Ertesi gün gazetelerde grevin başladığı belirtiliyordu. İnternet siteleri “Bu işyerinde grev vardır” pankartlarının resimlerini geçiyorlardı. Akşama doğru grevin yapılamadığı, yani bir kez daha büyük bir hezimete uğradığımız anlaşılmıştı. Anlaşılan, greve çıkacağı düşünülen 2000 işçi greve çıkmamıştı.

4 Nisan 2013 Perşembe

Bireysel kurtuluş için çok geç!

Siz hala bir avukat bulup, işe iade davası açıp, bireysel haklarınızı almakla yetinenlerden misiniz?


Aşağıda gördüğünüz "etkinlik" takvimi, bireysel kurtuluşun giderek imkansız hale geldiğinin kanıtı. Gördüğünüz gibi işten atmayı bir strateji olarak sunuyorlar. Ve bu konuda hiç bir kaygıları yok. Çok rahatlar. Gözümüzün içine baka baka bizi nasıl atacaklarını konuşuyorlar.

Çünkü biz, zamanında işyerlerimizde örgütlenmedik. Çünkü biz, zamanında güya solcu, sosyalist, demokrat vs. olmamıza rağmen yanımızdaki çalışma arkadaşımızı düşman olarak gördük. Çünkü onu kazanmaya çalışmaktansa, zaten kazanılmış muhalif insanlara kendi boş propagandamızı yaptık. 

Uyanmanın, işyerlerinde örgütlenmenin, patronlara, müdürlere, işveren vekillerine, HR'larına, avukatlarına karşı rasyonel planlar yapmanın vakti geldi de geçiyor!


24 Mart 2013 Pazar

Godot ya da proleteryayı beklerken...





Şu beklenen, bir çok sorunun çözümü olacağı düşünülen işçi hareketi bir türlü gelmek bilmeyince insanların kafaları da ister istemez farklı çalışmaya başladı. Her kesimin, her fraksiyonun, her solcu grubun yoğurt yiyişi de, Godot'yu beklemesi de farklı. En uyduruk konularda kılı kırk yararak bilimsel tahliller yapmaya çalışan Türkiye solunun bu ana konuya hiç mi hiç eğilmediği görülüyor sanırız. Tabi onlar yine de aslında bu konuyu da analiz ettiklerini iddia ediyorlar. Ama en küçük grupçuk bile, “Şu işçi hareketi neden gelmedi?” sorusuna birden fazla cevap veriyor.





 
Hızlıca, verilen cevapları sıralayalım. Uzun süredir duyulmayan ama bir dönemin gözde cevabı “Kriz gelecek ve işçi sınıfı harekete geçecek”ti. Bunun “faşizm gelecek, halk ayaklanacak” ya da “burjuvazi vurdukça sınıf ayaklanacak” türü versiyonları 80 darbesinden sonra gölgelere çekilmişti. Bir kısım troçkistler, Troçki'nin 1905 yenilgisinden sonraki sözlerini papağan gibi tekrarlayıp bu düşüncenin yanlış olduğunu söylediler bir süre. Ama analizi bir adım daha ileri götürmediler. Bazıları ise bunu bile söylemeden, olmaz öyle şey deyip bilgiç bilgiç gülmekle yetindi.




Öncü mü, yoksa fareli köyün kavalcısı mı?



Bir diğer cevap, “ideoloji” bahanesi. Kimilerine göre egemen sınıfın ideolojisi o kadar güçlü ki, o kadar yayılma aracı var ki sosyalistlerin, solcuların ne söylediği duyulmuyor bile. Hele hele AKP'den sonra. Bu düşünüşün sahiplerinin mottoları Marx'ın kendisine bahane bulmak için değil, durum tespiti için söylediği şu sözler: Egemen fikirler, egemen sınıfın fikirleridir. “İyi tamam da bu her zaman böyle olacak, bunu nasıl aşacağız?” sorusuna bir cevapları yok tabi ki. Ama bir gün, bir şekilde, işçi sınıfı bizi dinlemeye başlarsa, otomatik olarak bizim peşimizden geleceklerdir şeklinde fareli köyün kavalcısı olacaklarmış gibi bir anlayışları vardır.



Türkiye'de bir zamanlar en yaygın olan ve hala söylemde lafı geçen cevap, herhalde öncüler hikayesidir. Bu düşünceye göre, öncüler piyasaya çıkar, eylemler yapar, halka umut olurlar ve sonra da halk onlara katılır. Kimi bu öncüleri “gerilla” olarak kurgular, kimi işçi sınıfının içinden öncüler çıkarmaya uğraşır. Sonuçta Küba'nın öyküsüyle Lenin'in işçi sınıfının öncülerinden oluşmuş parti fikrinin stalinist simya ile kaynaştırılması sonucu, çeşitli öncüler ortaya çıkar.




Ya tutarsa?



Geçmişte bizim de kullandığımız bir söylem vardır: Mayalanma süreci. Biz de kullandık diye bu söylemi daha az eleştirecek değiliz. Bu söyleme göre, işçi sınıfı on yıllardır bir mayalanma dönemi içindedir. Bu mayalanma dönemi, bir nevi hazırlık dönemidir, ne yapacağını bilememe döneminden yavaş yavaş, adım adım sınıf gibi sınıf olma dönemine geçiş. Bu dönem boyunca küçük küçük grevler olur ve o grevler yense de yenilse de her adımda sınıfı deneyimle donatır. Bu sebeple, her grev, her direniş, her eylem önemlidir ve sınıfa bilgi ve deneyim sağlar. Tabi bu söylem, tüm bilgi ve deneyimin lineer şekilde büyüyeceği düşüncesine, en azından umuduna dayanır. Oysa gerçekte, o deneyimler daha büyük deneyimlere dönüşmediği sürece yok olup giderler.



Bazen karşımıza çıkan cevap işçi sınıfı uyuyor ama uyanacak metaforu şeklindedir. Bu cevaba göre sınıf her nedense uykuya dalmıştır ama bir ara bir nedenle birden bire uyanacaktır. Tabi bu cevabın, artık durumu anlamayacaklarını düşünenlerin kendi kendilerini teskin etme, deyim yerindeyse hareket gelene kadar “imanı pek tutma” gayreti olduğunu görebiliriz.






Yine aynı amaca yönelik cevap, işçi hareketinin bir volkan patlaması şeklinde geleceğidir. Bu kurguya göre, kimse onun ne zaman patlayacağını bilemez. Bu bir tür “piyangodur”. Bir ara bizi de vurur şeklinde inanılmaz sümsükçe bir düşünüş şeklidir. Ama çoğu işçi sınıfçı olduğunu iddia eden sosyalist bu fikirdedir. Hatta ne zaman patlayacağını öngörebilmek için işaretler bulmaya çalışırlar.




Bizim düşüncemiz bunlardan hiç biri değil. Godot gelmeyecek, o halde kendi işimize bakalım diyen sol tandanslı liberallerden de olamıyoruz, çünkü her gün o baskının, o anlamsızlığın ortasında yaşıyoruz. Bizim düşüncemiz, işçi sınıfını ve hareketi inşa etmek üzerine kurulu. Yıllarca sürecek bir uğraş bu. Yavaş yavaş, adım adım, ilmek ilmek örmek, tuğla tuğla inşa etmek demek. Yöntemlerimizi blogumuzu takip edenler biliyorlar: İşyerlerinde mücadele odakları yaratmak.



Bir işyerleri mücadele ağı yaratmak! Öyle artık her köşe başında bulunan sol tandanslı dayanışma ağlarından değil. İnsanlara umut vermek için kapitalizmin reklamcılık tekniklerini kullanarak kurulan inisiyatiflerden değil. Grevlere yardım etmek gibi tamamen doğru ve yapılması gereken bir işi, sanki tek yapılabilecek işmiş gibi etrafa anlatanların kurdukları, başkalarının mücadeleleri için kurulmuş platformlardan değil. İşyerlerindeki küçük mücadelelerden başlayarak greve kadar her şeyi örgütleyebilecek, yöntem olarak mütevazice çalışmayı seçmiş, anonimliği ve kolektifliği ilke edinmiş çalışanlardan oluşmuş kararlı bir ağ. Direk ve sorgusuz sualsiz işyerlerinin içinde on yıllarca da olsa adım adım örgütlenecek bir ağdan bahsediyoruz.



Ve tekrarlıyoruz: Godot gelmeyecek! Biz ona gideceğiz! Krizi beklemeyin! Öncüleri beklemeyin! Volkan patlamalarını, piyangonun size çıkmasını beklemeyin! Nasıl hergün ve hergün ekmeğinizi taştan çıkarmak zorundaysanız, aynı şekilde yarını yaratacak örgütlenmeleri de bugünden, şimdiden emek vererek işyerlerinde yaratmak zorundayız. Kestirme yollar yok! Kolay yoldan para kazanma hayallerini andıran tüm uğraşlar yalan!


13 Mart 2013 Çarşamba

Müdürleri nasıl biliriz?



Uzunca bir süreden sonra merhaba! Konumuz müdürler. Yani beyaz yakalıların “ustabaşıları”.

İyi müdür, kötü müdür var mıdır? Tabi ki vardır. Hayatınızı kolaylaştıran müdürler vardır, hayatınızı zindan eden müdürler vardır. Eğer “iyi” sıfatını gündelik hayatımızda kullandığımız gibi algılayacaksak. Çalıştığınız işyerinde hayatınızı kolaylaştıran müdürler iyi müdür kategorisine girer. Her çalışan bu ayrımı bilir.

Kötü müdürlerin çok çeşidi vardır. Bazı müdürler “micro-management” hastasıdırlar. Yani siz iş yaparken, bir şeyleri yetiştirmeye, akşam zamanında çıkabilmek için asla bitmeyen işleri bitirmeye çalışırken sizden saat başı hesap sorarlar. Akılları sıra sizi sıkıştırarak daha hızlı iş çıkarmanızı sağlamaya çalışırlar. Akılları sıra dedik ama, gerçekçi olmak gerekirse gerçekten bu şekilde çok iş çıktığı da olur. Kalite düşer, siz diğer işleri ağırdan yapmak için fırsat kollarsınız, hayatınız zindan olur, ama önemli değil. Kendi üstlerine işbilir edayla raporlar yazarlar. Raporlara yaptıkları mobbing hakkında kendilerini öven küçük ayrıntılar koymayı ihmal etmezler.