Ertesi
gün gazetelerde grevin başladığı belirtiliyordu. İnternet
siteleri “Bu işyerinde grev vardır” pankartlarının
resimlerini geçiyorlardı. Akşama doğru grevin yapılamadığı,
yani bir kez daha büyük bir hezimete uğradığımız anlaşılmıştı.
Anlaşılan, greve çıkacağı düşünülen 2000 işçi greve
çıkmamıştı.
Sonraki
günlerde sol basında grevin neden yapılamadığına ilişkin bir
çok yazı yayınlandı. Aşağıda linklerini verdik1.
Merak eden okuyabilir. Bu yazarlar sendikal mücadele ve genel olarak
çalışan hareketi üzerine en nitelikli yazarlardır. Ama yazıları
okuduğumuzda gördük ki, yazarlarımız durumu kavramak bir yana
grevin yenilgisi için bahane üretmişler.
ÇAYKUR
işvereni grevin geldiğini anladığı anda 7000 mevsimlik işçiyi
bir ay önceden işe başlatmıştı. Bu işverenin grevi kırmak
için bir taktiğiydi. Bir ay fazla maaş alacakları için mevsimlik
işçiler greve katılmamışlardı.
“Greve
katılan ücret alamaz” şeklinde işveren beyanları olmuştu. Bu
çalışanları korkutmuştu.
“Başbakan'ın
memleketinde grev olmaz” sözü çalışanları baya bir tedirgin
etmişti. Adamın astığı astık, kestiği kestik.
Çalışanların
büyük bir bölümü çay üreticisiydi. Yani kendi mallarını
işliyorlardı. Kendilerine karşı greve çıkamazlardı ya?
Türkiye'deki
toplu sözleşme yasası, greve çıkış anını toplu sözleşmeyle
sınırlıyor. Yani toplu sözleşme dönemleri haricinde mesela
insanlar işten atılırken iş bırakamazsınız. Çaykur'da sendika
yine böyle bir ana denk gelmişti.
Ama
bunlardan öte, iş kolları üzerinden örgütlenen sendika anlayışı
yanlıştı. Tabi böyle olunca, hem çay üreticisi hem de fabrika
işçisi olan çalışanlar yalnızca ücret pazarlığıyla sınırlı
kalıyorlar. Bu da bir yanıyla greve çıkmak isteyen işçileri bir
yanıyla grevden alı koyuyor. Oysa bu zorlamalar olmasa, o yerele
özgü çözümler bulunabilir ya da “doğrudan
küçük üreticiye dayanan kooperatif örgütlenmeleri ile
sendikanın toplu pazarlık sürecinde bir ortak eylem planı
oluşturulabilirdi”.
Tüm
bu argümanlar doğru ve bu grevin neden bu kadar hızlı çözüldüğünü
açıklıyor. Ama çözümü teknik ayrıntılarda, şimdilik
aşılamayacak kanunlarda arıyor. Verebildikleri en gerçekçi
çözüm, sendikal hazırlık ve emek örgütlerinin dayanışması.
Duruma
daha gerçekçi bakabilen herkes, çözümün bu tür ikincil
araçlarda olmadığını görebilir. Sendikanın hazırlıksız
olması, 7000 mevsimlik işçinin grevi kırmak üzere işe
çağırılmaları, baskılar, önlemler ve hatta çalışanların
çoğunluğunun çay üreticisi de olması bu durumda bahane olarak
kullanılamaz. Neden mi? Atilla Özsever'in yazısından bir alıntı:
Mustafa
Türkel, “Tarihinde ilk kez ÇAYKUR’un kapısına grev pankartını
astık. 20 gün kapı kapı dolaştım, Bütün işçilere sordum;
‘Greve hazır mısınız?’ diye. Coşkuyla (evet) cevabı aldım.
Bu
nasıl olabilir? Çalışanlar coşkuyla greve evet diyorlar ve sonra
greve çıkmıyorlar. Bu durum bir yerlerden tanıdık geliyor mu?
ATV grevinde grev oylamasında greve evet çıktıktan sonra yalnızca
bir kaç kişinin greve çıktığını hatırlıyor musunuz? IBM
grevinde greve evet çıktıktan sonra bir pankartın bile
asılamadığını? THY grevinde 300 civarı insanın greve çıktığını
ve atıldıklarını? Yine aynı şey tekrarlanıyor. Oralarda da mı
mevsimlik işçileri çağırmışlardı? Oralarda da mı köyden
gelen üreticiler aynı zamanda çalışandı? Nasıl olup da şartlar
apayrı olduğu halde aynı ruh halini görüyoruz? Bu soruyu
cevaplamadan tek bir ileri adım bile atılamaz.
Sorunun
cevabı aslında çok basit. Şu ana kadar ki sendikal tarz, ekonomik
ya da politik mücadelelerde bile, birbirleriyle ilgisi alakası
olmayan, bireysel düzeyde işyerinde yanyana gelen çalışanların,
sendika çatısı altında “birleştirilmeleri” üzerine
kuruludur. Yani, yalnızca toplu sözleşme zamanı geldiğinde ortak
çıkarlarının “farkına varabilirler”. Geri kalan bütün yıl
boyunca olağan yaşamın içinde kapitalist hiyerarşinin bir
parçası olarak emirleri dinlerler, çalışırlar, bir bölümün
diğerinden haberi olmaz, birbirlerine iş yıkarlar, bölünürler.
Ama bu durum hem sendikacılar için hem de işçi sınıfı içindeki
sol unsurlar için doğal kabul edilir.
Tek
Gıda-İş başkanı Mustafa Türkel'in başına gelen olay,
sendikanın ne kadar itibarsız olduğunu gösteriyor. Kanunları
hiçe sayarak devlet eliyle Öz Gıda-İş'e verilmiş yetkiyi geri
almak büyük bir başarı. Ama bu başarı insanları greve
çıkarmaya yetmiyor. Çünkü, gerçek bir örgütlenmeleri yok.
Gerçek bir örgütlenme diyerek kastettiğimiz, işyerlerinde
gerçekten var olacak, bütün işyerlerini kapsamayı amaçlayacak,
kapitalist hiyerarşiyi hedef alacak, yalnızca ekonomik dertler başa
gelince değil, bütün yıl boyunca üretimde aktif olacak çalışan
birlikleri. Ancak böyle birlikler kurulduğu zaman bir grev
“başarılabilir”. Yoksa kendiliğinden patlamalar gelene kadar
böyle “grev”lerden başımıza çok gelecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder