İki
aydır, elimizden geldiğince hem bulunduğumuz yerlerde, hem
twitterda, hem de bu blogda Gezi olaylarının potansiyelini
işyerlerine çevirmek gerektiğini anlattık durduk. İlk
reaksiyonlar, “Gezi'de sokağa çıkmış insanları yine
işyerlerine kapatmaya çalışıyorsunuz” türünden saçmalıklar
oldu. Oysa biz, hem “Gezi'den sonra ne olacak?” sorusunun
cevabını kendi düşüncelerimiz üzerinden anlatmaya çalışıyorduk,
hem de Gezi'nin özgürleştirici potansiyelini işyerlerine
yöneltmek için çaba sarfediyorduk.
Şu
sıralar Gezi olayları çoğu yerde dindi. Hala yapılan gösteriler,
çoğunlukla 31 Mayıs günü sokaklara çıkan milyonlarca insanın
onda biri insanla yapılıyor. Görmek isteyen herkes bunun farkında.
Yalnızca AKP'nin pis reaksiyonu başladığı için değil, aynı
zamanda Gezi'nin önemli bir handikapı ortaya çıktığı için:
Peki ya sonra?
Düşünce
olarak gelinen yer ise çoğunluk için şu nokta: Sırrı Süreyya
belediye başkanı olsun. Yok yok, Şafak Pavey olsun. Yok İhsan
Eliaçık olsun. Vesaire. Yani demokrasi denen oyunun bizi götürdüğü
en son nokta. Oysa en başından beri yapılması gereken önemli bir
görev vardı. AKP'nin asla ulaşamayacağı, ulaştığı noktalarda
asla taviz veremeyeceği, AKP'nin canını yakabilecek o biricik
noktada örgütlenmek: Gezi ruhunu işyerlerine taşımak. Şu
sıralar, yani bir anlamda iş işten geçtikten sonra, bir bölüm
siyasetin nihayet isyanı işyerlerine yaymalıyız yazıları ortaya
çıkmaya başladı. Geç olsun da güç olmasın diyebilirdik ama şu
anda problem artık, “isyan”ın işyerlerine yayılması değil.
Problem AKP'li çalışanları da kapsayacak işyerleri odaklı
muhalefet ağları kurulması. Muhalefet dediysek, yalnızca AKP'ye
karşı muhalefetten bahsetmiyoruz. AKP'nin 11 yılı boyunca,
semirdikçe semiren patronlara karşı da bir muhalefet ağından
bahsediyoruz.
İşte
bu sebeple bu yazıyı kaleme aldık. Örneklerimiz eksik olabilir.
Çalışan arkadaşların işyerlerindeki kendi deneyimlerini bize
yazıp, örnekleri çoğaltmalarını arzuluyoruz. Tabi bunun için,
AKP'li çalışan arkadaşlarıyla iletişime geçmiş ve işyeri
sorunları üzerine konuşuyor olması ön şart. Yoksa, Sırrı'ya
oy vermek üzerine yapılan konuşmaların AKP'li arkadaşlarımızı
kazanmakta pek de işe yaramayacağını görmemiz gerekiyor.
AKP'ye oy
vermiş iş arkadaşım,
Senin nasıl
düşündüğünü ve Tayyip'e ya da senin deyişinle AK Parti'ye
neden bu kadar destek olmak istediğini anlıyorum. Ama artık biraz
da senin beni anlaman, dinlemen gerek.
Belki 2001
krizini hatırlıyorsun. Belki de o zamanların hikayelerini
duymuşsundur. Yok Sezer kafasına anayasa fırlattı, kriz patladı,
yok Ecevit'i korumaları yürütüyordu, ülkeyi krize sürüklediler
vs. O dönem ülkede büyük bir istikrarsızlık vardı. Ve o
istikrarsızlık AKP tarafından bitirildi. AKP'yi hedef alan bir çok
hareket çıktı. Bir bölümü işi askeri darbe planı yapacak
kadar ileri götürdü. Çok büyük ihtimal, eğer başladıkları
işi bitirebilselerdi, korkunç bir kaosun arasında kalacaktık.
AKP bu girişimlere, uluslararası konjonktürün de yardımıyla
karşı koydu. Ve sonuçta kazandı. Her kazandığı zaferden daha
da güçlenerek çıktı ve 2009 referandumunu kazandıktan sonra
artık onun önünde hiç kimse kalmamıştı.
Senin bu
başarı öyküsünden etkilendiğini biliyorum. AKP'yi
desteklemekteki devamlılığın, bu başarı öyküsünün
devamından yana olduğunu gösteriyor. Bense böyle düşünmüyorum.
Ben Gezi
olaylarına katıldım. Senin kandırılmışlar, hainler olarak
düşündüğün insanlardanım. Gerçekte olan, sen ne düşünürsen
düşün, aldığı emirlerden şehvete düşmüşlerin, bizi
ellerindeki gaz bombası atan silahlarla öldürmeye çalışmalarıydı.
Aldıkları emirler yasa dışıydı, çünkü gösteri özgürlüğü
engellenemez. O emirleri uygulayışları barbarcaydı, çünkü 5
arkadaşım öldü ve onlarca insan gözünü yitirdi. Zulümleri
hala devam ediyor. Buldukları yerlerde bizi ezmeye çalışıyorlar.
Mısır'daki
vahşetin, ABD ve Avrupa izliyor diye yumuşatılmış versiyonunu
yaşadık. Eğer Mısır'a katliam derken, bize yapılanlara “oh
olmuş, hak etmişsiniz” diyorsan, iki yüzlüsün demektir. Eğer
“Orada seçilmiş hükümete karşı yapılan darbenin katlettiği
insanlar var, burada ise seçilmiş hükümete karşı darbe yapmaya
çalışanlar var.” diyorsan, saçmalama derim. Burada darbe
yapabilecek bir ordu yok. Burada sivil darbe yapabilecek bir parti
bile yok. Boş boş konuşma da saksıyı çalıştırmaya başla. Bu
bildiğin muhalefet hareketi. 11 yıldır süren iktidarın giderek
büyüyen despotluğuna karşı, çoktan ortaya çıkması gereken
sokak muhalefeti. Senin tuttuğun partiye karşı diye, yok Yahudi
komplosu, yok faiz lobisi, yok dış mihraklar, yok Türkiye'yi
çökertmeye çalışanların hareketi felan gibi birbiriyle çelişen
küfürleri ardı ardına kullanman, bu gerçeği değiştirmeyecek.
Bu dibine kadar haklı ve dibine kadar meşru bir halk hareketi.
Senin AKP'yi savunma gerekçeni biliyorum.
Sen, Türkiye'nin çektiği
dertlerin kararlı bir liderlik tarafından yok edilebileceğini
düşünüyorsun. Tayyip'in “Yüzyılda bir gelen” lider olduğunu
söylemen bunu gösteriyor zaten. Sana göre, bugüne kadar olan
olaylar da bunun doğru olduğunu gösterdi. İsrail'e atılan
postalar, Tayyip'in dış ülkeler tarafından kahraman gibi
karşılanması, IMF'yle bitirilen dış borç, herkes global bir
kriz içinde inlerken, Yunanistan kaos içinde debelenirken
Türkiye'nin bir istikrar adası olması vs.
Ben, senin
kararlı ve kendine güvenen bir lider tarafından kurtarılan
Türkiye formülünün saçmalık olduğunu düşünüyorum. Bunun,
Kurtuluş savaşı sırasında iktidarı alıp, sonra da bütün
sorunları (Kürt sorunu, Aleviler, İslami muhalefet, komünistler
vs.) baskı yoluyla halının altına süpüren ve şu anda hala
çözülememesinin nedeni olan kadrolara delicesine tapan
kemalistlerin düşüncelerinden farkı yok. Onlar da aynı senin
gibi, kararlı bir liderin tüm toplumu güzel günlere götürdüğünü
söylüyorlar.
Türkiye'nin
geçmiş deneyimleri tartışmaya açık. Kemalistler hala o
problemlerin varlığını ve baskı yoluyla halının altına
süpürüldüğünü inkar ediyorlar. O sebeple gel seninle, modern
Türkiye ile benzer dönemlerde ortaya çıkmış benzer düşüncelerin
sonları tartışılmaz olanlarını inceleyelim. Hitler Almanya'sı
bunun için güzel bir örnek. Orada da “Ein Volk, Ein Partei, Ein
Fuhrer!” şiarı göze çarpıyordu. Yani “Tek halk, tek parti,
tek lider!” Senin formülüne çok benziyor. Sen de tek bir lider
çevresinde birleşmiş bir halk istediğin malum. Naziler 1933'de
iktidara geldiklerinde gerçekten de halkı bir amaç ve bir lider
etrafında birleştirerek, 1918'den beri Almanya'yı istikrarsız
hale getiren tüm güçleri ortadan kaldırdıkları ve bilimde,
teknolojide, sanatta vs. bir yükseliş gösterdikleri biliniyor. Sen
bu noktaya kadar tek lider formülünün güzel şeyler yarattığını
düşünebilirsin. Ama işin sonunu pek düşünmediğin belli
oluyor. Almanya bu yükselişi sağlamak için, solculara ve ardından
Yahudilere karşı çok büyük bir teröre girişiyor. İstikrar
sağlanıyor ama solcular temizlendiği için değil. Muhalefet eden
herkes sindirildiği için.
“Naziler
önce komünistler için geldiler, bir şey demedim. Çünkü
komünist değildim. Sonra yahudiler için geldiler ve bir şey
demedim. Çünkü yahudi değildim. Sonra sendikacılar için
geldiler ve bir şey demedim. Çünkü sendikacı değildim. Sonra
Katolikler için geldiler ve bir şey demedim. Çünkü katolik
değildim. Ve sonra benim için geldiklerinde ise çevremde benim
için bir şeyler diyecek kimse kalmamıştı.”
Ve bundan sonra, Almanya
o kadar büyüyor ve kendine güveniyor ki, orduları hem Batı'da
Fransa'da, hem Doğu'da Rusya'da, hem Güney'de Afrika'da savaşıyor.
Sonunda da aşağılık bir şekilde yeniliyorlar. Çünkü, bu kadar
büyük bir savaş kampanyasının kazanılmayacağını Hitler ve
Nazi partisine söyleyecek kadar yürekli kimse kalmamış durumda.
Burada olanı iyi
anlaman gerek. Ben sana söylüyorum: Gezi direnişine katılanların
çoğunluğu hayatlarında ilk kez eyleme katılan yüzbinlerdi. Gezi
eylemcileri polise saldırmadı. Olsa olsa bir kaç insan artık
yeter demiştir, o kadar. Zaten polise gerçekten saldırılsaydı, o
zaman kan gövdeyi götürürdü. Yani Tayyip'in de kurmaylarının
da medyasının da anlattıkları baştan aşağı yalan. Bu nokta
çok önemli. Sen hani kararlı lider istiyorsun ya, kararlı lider
yalnızca dediğim dedik lider değildir. Aynı zamanda yalan
söylediğini asla itiraf etmeyen, asla yenildiğini kabullenmeyen,
asla taviz vermeyen liderdir.
Gelecek Kriz
Şimdi şunu iyi düşün:
Bu kararlı lider, Türkiye'de ekonomik kriz başladığında nasıl
davranacak? Tabi ki, asla yanlış yaptığını itiraf edemeyeceği
için “Kriz yok!” diyecek. Kriz için gerekli önlemler
alınmayacak, alınsa bile piyasayı sakin tutmak adına sanki hiç
bir şey yokmuş gibi davranılacak. Sonra kriz daha da derinleşecek,
bu adamlar hep bir ağız “Kriz yok kriz yok” diye bağıracaklar.
Kriz var diyenleri bozgunculukla suçlayacaklar. Oysa şirketler bir
bir iflas etmeye başlayacak. Çarklar dönmeyecek, piyasalarda para
azalacak, kimse borcunu ödeyecek borç bulamayacak. Ama kararlı
liderimiz, asla yanıldığını ve yalan söylediğini itiraf
etmeyecek ve yine uyduruk önlemler alınarak, uyduruk yasalar
çıkarılarak iş örtülemeye çalışılacak. Böylelikle kriz
daha da derinleşecek. Belki de yüzbinlerce insan işsiz kalacak.
Buna ilişkin önlemler alınması gerekecek. Ama o da ne? İşsizlik
sigortasında para kalmamış olacak. Bu kadar büyük bir krizin
vuracağı düşünülmemişti denilecek. Ve iş devletin çalışanlara
taviz vermesi gerektiği noktasına gelecek. O anda da kararlı
liderinizin asıl özelliği devreye girecek: Asla taviz verme! Bu
noktada sen bile isyan edeceksin. Çünkü yıllarca senden aldıkları
vergileri nasıl har vurup harman savurduklarını, seni nasıl
kazıkladıklarını sen de göreceksin.
Bu adamlar başkalarını
dinlemiyor. Yalnızca kendi bildiklerini yapıyorlar. Polemik dışında
muhalefetin ne dediğini dinlemiyorlar bile. Evet, muhalefet de bir
şey söylemiyordu şimdiye kadar. Ama Gezi, böyle muhalefetin de
sonunu gösterdi. Sonuçta bu adamlar dediğim dedik, çaldığım
düdük noktasındaki insanlar. Ve ülkeyi aynı Nazilerin Almanya'yı
felakete sürüklemesi gibi, ülkeyi felakete sürükleyecekler.
Bundan emin olabilirsin. Suriye'yi hatırla. Esad'la araları
iyiyken, can ciğer kuzu sarması idiler. Sonrasında Esad oldu Esed.
Yarın belli mi olur ne olacağı?
Belki de krizlerden
yalan da söylese kararlı bir önderlikle çıkılacağını
düşünüyorsundur. Yanılıyorsun. Krizler kapitalizmin kendi
krizleri. Kapitalizm derken dev firmaları felan algılama.
Bakkalından manavına herkes kapitalisttir. Bir tek sen, çalışmak
dışında beş kuruş geliri olmayan sen, ben, biz kapitalist
değiliz. Yani sakın, faiz lobisiymiş, kartellermiş onlarla
mücadele edilince kriz olmayacak zannetme. Eninde sonunda bu çukura
Türkiye'de düşecek. O anda o kararlı önderliğin, bizi nasıl
rezil bir duruma sürükleyeceğini göreceksin. Yalnızca
zenginlerin karları azalmasın diye seni beni nasıl ezdiğini
göreceksin. Benim fikrimi sorarsan, yapılması gereken, iktidarı
değiştirmek değil, sistemi değiştirmek. Ama öyle AKP yerine
MKP'yi koyarak olmaz bu iş. Onu da söylemeden geçmeyeyim.
Bir de şu var. AKP
ekonomik büyüme lafı ardında, devletin neyi var neyi yoksa sattı.
Ben sosyal demokrat değilim. O sebeple, milli servet gitti felan
diye ağlamam. Benim derdim şu: Kriz anında devletin krizin
etkilerini azaltmak için alabileceği hiç bir önlem kalmadı,
çünkü elindeki tüm araçları sattı, savdı. Batmak üzere olan
esnaflar gibi. Ne istihdam yaratabileceği işletmeleri var, ne
piyasaya para vereceği bankaları. ABD'nin, Avrupa'nın krizle nasıl
başa çıkabildiğine bak. İstihdam yaratmak için önlemler
alıyorlar, piyasaya ucuz kredi şeklinde para veriyorlar. Evet, bu
önlemler yetersiz ve yalnızca zenginleri daha da zengin eden
önlemler. Ama AKP'nin artık o önlemleri alabilecek dahi araçları
yok. AKP'den sonra devlet artık bu önlemleri alamaz hale geldi.
Yani krize tamamen hazırlıksız bir Türkiye Cumhuriyeti var artık.
Belki de tüm dünyada
kriz varken, Türkiye'nin krize yakalanmamasını bu kararlı
liderliğe bağlıyorsundur. Hemen söyleyeyim. AKP hükümeti
Türkiye'yi inanılmaz büyük bir borcun altına soktu. IMF'yle
borç anlaşmasının bitmesinin propagandasını bol bol yaptı
Tayyip. Ama gerçekler başka. Sana bir sürü analiz gösterirdim.
Ama diyeceksin ki, bunlar komplo. O zaman sana parayla iş yaptıkları
için ellerindeki verileri olabildiğince az çarpıtmak zorunda olan
dünya finans dergilerinden örnek vereyim. Bir bak şuna:
Bu ne demek farkında
mısın? Türkiye olağan üstü borçlanmış durumda. Peki bu borcu
nasıl ödeyeceğiz dersin önümüzdeki 20 yılda? AKP, eldeki tüm
birikimini, devlete ait ya da özerk olan tüm malvarlığını elden
çıkardı. Artık bunları ödeyebilecek bir birikim yok. Yani
önümüzdeki 20 yıl bu borçları ödeyerek geçecek. AKP bugününü
kurtarmak için geleceğimizi tamamen ipotekledi. O paraları
vergilerle biz ödeyeceğiz farkında mısın? Yani, krizi engelledi
güya Tayyip efendi ama gelecekteki reel büyümeyi imkansız hale
getirdi. Bu kadar borcu olan bir ülkenin vergi veren çalışan
insanlarının zenginleşmesi imkansız. Esnaf kafalılık bizi
gelecekteki reel üretimden etti.
Bak bu esnaf kafalı
lafı çok önemli. Ülkenin teknolojik olarak ileri gitmediğinin
farkında mısın? Çünkü her yerde inşaat var. Ama hiç bir yerde
yeni fabrikalar açılmıyor. Çünkü üretim yapmak kar getirmiyor.
Devlet de üretim yapmayınca üretim giderek ağırlığını
kaybediyor. Finans ve inşaat ülkeyi işgal ediyor. Oysa üretim
yapmayan, arazi satıp, faiz parasıyla geçinmeye çalışan bir
ülke ne hale gelir? Tayyip, esnaf kafasıyla ülkeyi felakete
sürüklüyor. İnşaat yapıp satmak demek, bir cebinden aldığını
diğer cebine koymak demektir.
Sonuçta sen AKP'yi
tutuyorsun. Bence inanılmaz büyük hata. AKP tam itaat istiyor.
Göstermelik muhalefet istiyor. Oysa toplum çok daha karmaşıklaşmış
durumda. Tek adam yönetimiyle olsa olsa işleri daha da karmaşık
hale getirirsin. Adam çocuk sayısından, doğurma şekline kadar
herşeye karıştı. Bari hangi pozisyonda sevişeceğimizi de
söylesin, tam olsun. Bunlar bir insanın kendi yargılarıyla
halledilecebilecek şeyler değil. Bu adamdan feyz alan birileri
hamileler dışarı çıkmasın diyebiliyor utanmadan. Aşırı
cinselleştirilmiş bir evrende yaşıyorlar. Onlar için masa kadın,
sandalye erkek adeta. Gördükleri herşey, onları erken boşalmaya
zorluyor olmalı. Adeta, büyümemiş terbiyesiz ergen erkekler
gibiler. Gibi değil, öyleler. O nasıl bir düşünüştür
allasen?
Tayyip, bunları
söyleyerek, bunları yaparak, yapanlara destek atarak herşeyi
denetlenemez bir hale getiriyor. Bu kadar karmaşık bir toplumu bu
şekilde “yönetmek” imkansız. Gezi AKP'nin iyi günleri. İşler
daha da karmaşıklaşacak. Artık işin içinden çıkılamaz hale
gelecek. Ve bunların hepsi, sen hala Tayyip'e destek verdiğin için
olacak. Sakın bugünleri unutma.
Seni şu anda bunlara
inandıramayacağımı biliyorum. Asıl inandırıcı olan
gerçeklerdir. Sen de kendi deneyiminle bunları göreceksin. Hiç
merak etme. Azıcık hak iste, azıcık büyümeden pay istemeye
kalk, azıcık özgürlük iste, sen de göreceksin. Sen de
yaşayacaksın. Sakın bu dediklerimi unutma. Sen benim yanıma,
devlete ve zenginlere, patronumuza, onun vekillerine karşı ortak
mücadeleye geldiğinde sana bunları hatırlatacağım, merak etme.
O zaman neler söyleyeceğini merakla bekliyorum.
Selametle...
"Bir dava nasil savunulmaz"lara ornek arayacak olsam, eminim ibadullah numune bulunur; da, esitler arasinda birinci sayilmaga aday fevkalade bir yazi bu..
YanıtlaSilMesela, "[..] artık biraz da senin beni anlaman, dinlemen gerek" dedikten hemen 2-3 paragraf sonra "[b]oş boş konuşma da saksıyı çalıştırmaya başla" gibi son derece nezih bir mizah ornegi sergilemis olsa da, herseye ragmen, karsi tarafi ikna edebilecegini umarak yaziya devam etmis olmak.. bu kadar da saf olmak.. priceless.
Aslinda bu kadari dahi bir mansiyonu garantilemisti.
Ama, belli ki, yazar, altin (altin ne kelime, platin; hatta, pirlanta) madalyayi haketmek istiyor.. o sebeple olacak ki, yazi orda bitmemis.
En bi madalyayi, durduk yerde sapkadan bir Godwin Kaidesi peydahlayarak kazaniyor.
On puan. On puan. On puan.
"'Da Sein', trente points!" diye sevincten havaya ucusunu gorur gibi oluyoruz Eurovision'da Luxemburg jurisinden aldigimiz takdire tepkisini cakma sarisin bimbomuzun..
Sarisin bimbomuz orgazmla 'ecstacy'den 'ecstacy'e kanat cirpadursun, kimsenin okumadigi asikar olan bu blogda, haliyle kimse cikip da "hop deduk, arada daha Churchill'ler, Rosewelt'ler, De Gaule'ler hatta Stalin'ler ve var oglu varken, 'guclu lider'den Hitler'e bu kadar cabuk nasi gideysun?" dememis..
Demeyince, malesef, yazarin self-inflicted kabusu hepten marazi bir hal almis.. kaptirmis yokus asagi frenleri patlak patlak..
Ve, bize annanesinin biyiklarindan hareketle, 'guclu lider'in bir krizde nasil davaranacagini Ali Baba ve Kirk Haramiler ve dahi onlarin fincanci katirlarinin hikayesinin en urkunc yerine surukleyip telef etmesine ramak kalmis..
Beni tamamen yerlere seren surasiydi: "Bu adamlar başkalarını dinlemiyor. Yalnızca kendi bildiklerini yapıyorlar. Polemik dışında muhalefetin ne dediğini dinlemiyorlar bile."..
Bu tur incileri artik kolay kolay bulamiyoruz; polemigi elestirirken polemigin feristahini sergileyen boylesi orneklerin tadina varmak lazim.
Geriye kalanini layik-i vechile okuyamadim --gozlerimden yas geldi cunku.
Zaytung'dan arkadaslarin selami var: "Bunu kapak sayfasi yapsak kizmazsin, di mi abi?" diye soruyorlar.
Tercume edip MAD'e gondermek niyetleri oldugunu da hissettim.
Hadi hayirli olsun: Meshur olmaniz isten bile degil artik.
İknayı yalnızca eski sol anlayıştaki itiraz edenlere "Haklısınız ama..." noktasından, yahut Işık evleri geleneğindeki "Nurullah efendi'nin de dediği gibi" noktasından anlarsanız, tabi ki yazının amacıyla yöntemi size çelişik gelmiştir. Oysa, iknanın tek yolu, nabza göre şerbet vermek ya da yalakalık yapmak değildir. Bunu görebilmek için yalnızca bir şeyler okumuş olmak yetmiyor. İnsanları öyle kolay ikna olamayacakları, ezberlerinin tam tersi olsa da gerçeklere ikna etmeye çalışmış olmak da gerekiyor. Ve bunu başarmış insanlar bilirler ki, katı düşünceler sözle yok edilemez. Ama deneyimlenmesi sırasında önceden yardımcı olunabilir. Dolayısıyla kibar olmak gerekmiyor. Kendi deneyimlerini elde edecekleri bir anda, akıllarının bir yerinde bu fikirler kalmış olsun, kafi.
YanıtlaSilYazar, kendi örneklerini verdiği için, De Gaulle'leri verip vermemesi onun bileceği iş. Böyle yorumlar hariçten gazel oluyor. Ve tabi ki, ülkelerini savaşa atan bu verdiğiniz örnekler milyonların ölümünden de sorumlu. Hitler'den bire bir sorumlu olmayan tek bir isim yok saydıklarınız arasında. Roosevelt savaş patlayana kadarki izolasyonist politikasıyla, Churchill İngiliz çıkarlarını koruyan emperyalist politikasıyla, De Gaulle, dünyanın ilk işçi yönetimine karşı Polonyalı'ları eğitirken ve Stalin önce Hitler'i görmezden gelen, sonrasındaysa Nazilerle pakt kuracak kadar ileri giden politikasıyla milyonlarca insanın kanına bulanmışlardır. Kararlı önderleriniz pek de sağlam pabuç değiller yani.
Polemik konunuz demagoji tabi ki. Polemik yapılması eleştirilmiyor. Yapılamaması eleştiriliyor. Çünkü polemik, polemik yapmak istemekle yapılmaz. Sorunlara çözüm bulunması için tartışırken yapılır. Cümleyi anlayışısınızda ya da hayata bakışınızda sorun var.
Meşhur olma meselesine gelince, blogun diğer yazılarını okumamışsınız bile. Meşhur olmak bu blogun en son isteyeceği şey. Kafanız otomatik viteste, her gördüğünü aynı çuvala tıkanlar gibi çalışıyor. Önemli değil. Bir çalışansanız okumanızı isteriz. Yok değilseniz, bırakın kendi kendine eğlenenlerden olalım. Bırakmasanız da öyle olacak zaten size göre. O halde bu yorumunuzun nedeni ne olaki?
Selametle...