21 Ağustos 2012 Salı

Pratik bir anlaşma deneyimi


 
İş yerimde insanlarla samimi olmaktan, çok daha güçlü bağlar yaratan bir deneyim anlatacağım.            
           
Bizim şirketin zaman zaman krizleri vardır. Her şey iyi gidiyor derken, bir anda tepetaklak olabilirsiniz. Hiç belli olmaz. Sarsıntı bir süre devam eder. Bazen insanlar atılır. Bazen atılmaz. Bu da insanlarda moral bozukluğu yaratır. Ama uzun süre çalışmışlar bu duruma alışıktırlar.

Yine böyle bir sarsıntı sırasında, o güne kadar birlikte çalıştığım ve iş sebebiyle günümün 10 saatini birlikte geçirdiğim bir iş arkadaşımla konuşuyorduk. İkimiz benzer işleri ve hep birlikte yaptığımız için birimize yol verme olasılıkları vardı. Böyle durumlarda insanlar rekabet sebebiyle birbirlerine düşman kesilebilirler. Hatta birbirlerinin kuyusunu kazmaya çalışabilirler. Bu sohbet sırasında, arkadaşım herhalde benim niyetimi de yoklayacak şekilde konuyu açtı. Biraz yönetime kısık sesle sayıp sövdükten sonra, ona şöyle bir teklifte bulundum:

17 Ağustos 2012 Cuma

Ya Sonra?

İş yerleri ağlarının gelişimine ilişkin bazı perspektifler

Mavi ve beyaz yakalıların çalıştıkları iş yerlerinde, giderek zayıflamakta olan iş yerleri topluluklarını yeniden canlandırmaya çalışmanın temel mantığını ve gelecekteki olasılıkları incelemek istiyoruz.

Ekonomik olanın geri çekildiği, kimlik politikalarının her şeyden önemli hale geldiği uzunca bir zaman diliminde yaşadık. On yıllardır muhalefet ve iktidar politikaları, bu kimlik politikası mantığına uygun olarak gelişti. Çeşitli kimlikler birbirleriyle savaştı(1), çeşitli kimlikler iktidarlara geldi (Obama, İslamcılar, Hıristiyan demokratlar vs.) çeşitli kimlikler kendi haklarını alabilmek için mücadele etti (Kürtler, Latin Amerika yerlileri, eşcinseller vs.). Tüm bu kimlik mücadeleleri yüzyıllardır temizlenememiş sorunları çözme amacıyla ortaya çıktılar ve mücadeleleri devam ediyor. Bunun neden böyle olduğunu daha önceki bir yazımızda anlatmıştık.(2) Günümüzde giderek derinleşen krizler içinde yaşıyoruz(3) ve bu krizlerin nedenleri ve çözümleri kimlik politikalarında değil, ekonomi politikalarında. Kimlik politikalarının bu kadar öne çıkışı, ekonomi politikalarının bastırılmasının bir geri dönüşü olarak okunabilir. Aynı zamanda geçmişte temizlenmemiş kalan ve günümüze miras kalan sorunlar olarak da okunabilir. Ama açık ki, bu geri dönüş, bu kötü mirasın temizlenmesi bizim ana sorunumuzu çözmüyor. O halde yapılması gereken, ekonomi politikalarını yeniden yüzeye çıkarmak; aynı bir psikanalistin yüzeyde olanın altındaki travmayı ortaya çıkarmaya çalışması gibi. Bunun için kimlik politikalarının öne çıkarıldığı on yılların insanların kafasında yarattığı düşüncelerin adım adım değiştirilmesi gerekiyor.(4) İster kendi kazanımlarını korumak ya da geliştirmek için çalıştığı sektörle ilgili düşünceleri olsun, isterse amacı “dünyayı kurtarmak” olsun, organize olmanın gerekli olduğunu düşünen herkesin ilk önce bu engeli aşacak çareler bulması gerekiyor.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Kölelik üzerine


Herkes köle gibi çalışmaktan şikayetçi.  Etraf,  ne amaçla yaptıklarını, kime&neye faydasının olacağını bilmedikleri bir ürünün üretilmesinde, ulaştırılmasında, pazarlamasında ya da satışında çalışarak geçimini sağlayan ama çalışmasının karşılığını hiçbir zaman alamayan insanlardan geçilmiyor. Durumundan memnun birkaç tatlı limoncu, koşulları haklı bulan biraz daha fazla sayıda şuursuz ve daha çok çaresizliği öğrenmiş bir bezginler ordusu var. Bir şeylerin yapılması gerektiğini düşünenler de var; iş saatleri dışında günün geri kalan 1-2 saatinde harcadıkları zaman, enerji ve inançla çözüm üretmeye çalışıyorlar. Part-time devrimcilik yapmalarına rağmen bu çalışmalara tamamen yanlış diyemeyiz, ancak bu zamana kadar koşullarımızda bir değişim yaratmadığı da aşikar. Hatta tersine bir hareket söz konusu; kazanımlarımız artmıyor, her yıl var olandan, hazır olandan biraz daha yiyoruz.

Robot Maria, Metropolis (1927)
18. yy'da gerçekleşen sanayi devriminden bu yana kademeli olarak dişleri arasına girdiğimiz kapitalist sistem içinde, ne ürettiğimizi, ürettiğimizin kime&neye faydasının olacağını bilmeden çalışıyoruz. İşimize kayıtsızlaştırıldık. Yükselen fabrikaların gölgesi altında ellerimiz ile kafamızın arasına karmaşık iş akış sistemleri, hiyerarşi zincirleri girdi. Ve bu akış içinde hayal gücünden yoksun bırakıldık, kaybolduk, buyrulanı yapan birer insan otomatlara dönüştük. 

Hayal  gücünden yoksun, yaratımdan uzak, işimize kayıtsız, makineleşmiş ruhumuzla şuursuzca çalıştığımız her geçen gün bizler birer köleyiz. Çünkü kölelikte işi sahiplenme, ona kendinden bir şeyler katma söz konusu değildir. Ne az, ne de çok; köle buyrulan kadar çalışandır, itaat-onay mekanizmasıyla hareket eden canlı bir otomattır. (1) 


Bazılarımız sisteme karşı durmak için çalışmaktan kaçarak ya da işe kendinden bir şeyler katmadan, salla başı al maaşı mantığında çalışarak pasif agresif bir tutum içine giriyor. Çalışmayarak sistemi yıkacağını sanan bu arkadaşlar bilmeliler ki, pasif agresif davranışlar bizleri sadece daha iyi birer köle haline getirir. Makineleşmiş ellerimizle, yaratımdan uzak kalmış ruhumuzla, gösterileştirilmiş, estetikleştirilmiş tüm varlığımızla sadece buyrulanı yaptığımız, buyrulmadığı zaman yan gelip yattığımız sürece, yönetilmek için tasarlanmış otomatlara dönüşmekten kurtulamayacağımızın artık kabul edilmesi gerekiyor.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Neden sürekli gizlilik diyoruz?

Hangi patron ya da onun vekili olarak müdür, sizin şirkette herkesin gözü önünde adım adım içeride bir ağ yapısı kurup, giderek onlara karşı sistemli muhalefet etmenize izin verir? Cevabı çok açık: Hiçbirisi. Ama bir iş yerinde sendika getirmeye çalışmak, tamamen kanunlar çerçevesinde tamamen yasal hakkımız değil mi? Evet, ama onlar bunu kabul etmiyorlar. Kabul etmeleri için devlet gücünün bizden yana tavır alması gerek. Sizce bunun ihtimali var mı? Yani yasal haklarımızı bile mücadele etmeden, emek vermeden kazanamıyoruz.

O halde müdürlere, patrona karşı kendinizi korumanız gerekiyor. Yeterli çoğunluğa ve tabii ki kolektif adım atma yeteneğine ulaşmadan yaptığınız şeyin bir ağ kurma, bir cemaat yaratma girişimi olduğundan olabildiğince az haberdar olmalılar. Bu işin ABC'si.1

Bizler bireysel kahramanlar olamayız. Çünkü kolektif bir iş yapıyoruz. Bizden zenginden çalıp yoksula veren bir Robin Hood çıkmayacak.2 Bizden kolektif kahramanlar çıkacak. Birey birey efsaneler problem demektir. Çünkü birileri mitleştiriliyor, mistifikasyon yapılıyor demektir. O halde tüm sol düşünceyi yıllar yılıdır kaplayan bu sol kahraman yaratma hevesi neden? Nedir bu bireysel kahramanlara duyulan hayranlık? Çocuk masallarından çıkamamış, olgunlaşamamışlık mı? Yoksa kolektif kahramanın nasıl olacağını bir türlü anlayamayan gelişmemiş kültür mü?

5 Ağustos 2012 Pazar

İş yerlerinde ağımızı nasıl genişletebiliriz?


On yıllardan beridir Türkiye’de muhalefet hep iş yerleri dışından muhalefet yaptı. İş yerlerinde politika yapmak, kendi hakkını korumak isteyenler hep azınlıkta kaldı. Kendi hakkını savunmak, işverene karşı, onun desteklediklerine karşı iş yerinde muhalefet etmek “ekonomizm” olarak kenara atıldı. Bu insanlara göre sokak, gösteri her şey demekti, kutsaldı, eleştirilemezdi. İş yerleri, fabrikalar, ofisler, atölyeler, madenler ise Kaf dağının ardındaki masal mekanları idi. Artık bu durum değişiyor. Çünkü artık muhalefetin eski taktikleri işe yaramıyor.

İş yerlerinde politika yapmak isteyenler ise hep kendiliğinden muhalefeti toparladılar. Bazıları muhalif-solcu bir “duruş” sergileyerek insanların kendiliğinden gelmesini beklediler. Bazıları ülke sorunlarından, o iş yerine özgü problemlere kadar birçok şeyi anlatarak insanların yanyana geleceğini düşündüler. Bazen işten atılmalar başlayınca ya da ülkede büyük olaylar olmaya başlayınca reaksiyon gösterildi. Ama çoğunlukla bu durumlar yenilgiyle noktalandı. Çünkü hazırlıkları yoktu, aralarında örgütlenme yoktu, bir ağları, birbirlerini koruyacakları cemaatleri yoktu. Yaptıkları ya hamasi nutuklar çekmek ya da histerik kışkırtmalar yapmaktı.
Yapamadıkları noktada tek başlarına bile “grev”e gittiler. ATV grevinde, IBM grev girişiminde vs. onlarca iş yerinde tek başına “greve”, “direnişe” başlayan oldu. Direniş çadırlarında dışarıdan gelen muhalifler vardı. Ama orada çalışan diğer insanlar yoktu.

Bu tutumların tümünün dezavantajı sadece reaktif olmaları, aktif olmamalarıdır. Yani bu tutumlarda esas olan iş yerlerindeki bir topluluk,

Kıdem Tazminatı Yasası


  • Bu yasanın asıl amacı, ne AKP’nin bizim tazminat paralarımıza göz dikmesi, ne konut sektörü ne de başka bir şey. Bu yasanın asıl amacı İŞVERENLERİN ÇALIŞANLARI TOPLU İŞTEN ÇIKARIRKEN RAHAT ETMELERİNİ SAĞLAMAK. Bu yasayla işverenler tazminat paralarını taksit taksit ödeyecekler. Böylelikle işten çıkarma anında, toplu para ödemek zorunda kalmayacaklar. 


  • Toplu işten çıkarmaların kolaylaştırılması dışında kalan her şey, patronlara düşen payın azaltılmasından devletin katkısına kadar her şey, AKP tarafından geri alınabilir. Yerlerine iştah açıcı şeyler konabilir. Bu yasayla Kıdem Tazminatı bir emeklilik şekline dönüştürülüyor. Oysa hepimiz SGK'lıyız zaten. Dolayısıyla, bizim önümüze bizim için avantajlı gibi gelen çok şey çıkartılabilir. 
KANMAMALIYIZ, İŞ ARKADAŞLARIMIZIN KANMASINA İZİN VERMEMELİYİZ! 



  • AKP bu yasanın kabulü için çeşitli taktikler deniyor. Birincisi Havuç-Sopa.
    İkincisi “iti ite kırdırma”. Yani tazminatını alanlara karşı alamayanları çıkartmaya çalışıyor. Oysa alamayan çalışanları düşünseydi, tazminat vermeyen patronları, SSK ödemeyen, kayıt dışı işçi çalıştıran patronları hapse atıverirdi. Üçüncüsü,