31 Temmuz 2013 Çarşamba

İslamcı işyerlerinde calışırken Gezi direnişine katılmak

Sayıca hayli fazla işyeri, islamcı veya muhafazar bir ortama sahip ve dolayısıyla bir çoğumuz bu işyerlerinde çalışarak hayatımızı kazanıyoruz. İşyeri ortamımızda çoğunlukta olan bu muhafazakar kesim, çoğunluk olmanın verdiği cüret ve güçle istediğini rahatça söylemekte, hep dilden düşürmedikleri inanca, düşünceye saygı kısmını bir kendi çıkarlarına gelince işletmekte. Bu islamcı, muhafazakar ya da iktidar yanlısı işyerlerinde çalışan ve onlar gibi düşünmeyen bizlerin çoğu, Gezi direnişinden önce düşündüklerimizi, bize aykırı gelen şeyleri açıkça dile getirmiyor veya getiremiyorduk. Bu da bizde bir öfkenin birikmesine yol açıyordu.

30 Temmuz 2013 Salı

Gezi Hareketi Notları (3) İşçi Sınıfı Nerede?


Gün Zileli, Türkiye işçi sınıfı üzerine mükemmel bir durum tespiti yapmış. Biz de yazdıklarını aynen buraya koyuyoruz. Sınıfı nasıl birleştirebileceğimize ilişkin, deyim yerindeyse yeniden nasıl yaratabileceğimize ilişkin tartışmaları da blogumuzda yayınlayacağız. - Dazayn




15-16 Haziran 1970 işçi hareketini net olarak hatırlıyorum. DİSK’in öncülüğünde bir hareketti. Sol örgütler de hareketin içinde yer almıştı ama onların fiilen yönlendirici olduğunu söyleyemeyiz. İşçiler, kendilerini desteklemeye gelen solculara elbette “hoş geldiniz” demişlerdi ama sadece sendika önderliklerini izlemişlerdi. 15-16 Haziran, DİSK açısından olduğu kadar işçiler açısından da hayati bir mücadeleydi. O gün işçi sınıfının somut mücadelesi, Türk-İş sarı sendikalarından DİSK sendikalarına geçme mücadelesi etrafında odaklanmıştı. AP hükümeti, sendikalar yasasında bir değişiklik yasa tasarısı getirerek DİSK’in önünü kesmeye çalışmıştı. Bu durumda DİSK’in, işçilere “cebinizde mendilinizle gelmeyin” çağrısı yapması son derece doğaldı. İşçi sınıfı o gün de fazla politize olmuş bir kitle değildi. DİSK aracılığıyla soldan etkileniyordu ama o kadar. Üretim koşullarından dolayı entelektüel yetenekleri gelişmiş bir sınıf da değildi. Marmara havzasındaki ağır sanayi fabrikalarında yoğunlaşmış bir sınıftı. Uzun yıllar sarı sendikacılığın baskısı altında kalmıştı. Şimdi DİSK onlara bu sarı sendikacılıktan kurtulma şansı sunuyordu. Kendine özgü fabrika içi parolalarla gizlice örgütlenmekte ve aniden bir işgal eylemine girişerek topluca sendika değiştirmekte ustalaşmıştı. Üretim koşullarından dolayı topluca ve kitle olarak hareket etmekte üstüne yoktu. İşten atılmaktan korkardı işçi, bu yüzden patronlara ve sarı sendikacılara uzun yıllar boyun eğmişti ama bir çıkış yolu gördüğü zaman da onu kimse tutamazdı. Hele bir tepesi atmaya görsün, çelikten bir kitle olarak yürür ve önüne ne çıkarsa ezip geçerdi. 15-16 Haziran’da böyle oldu. Alibeyköy bölgesindeki mücadelelere öncülük eden Demirdöküm işçilerinin dalga dalga gelen o gururlu ilerleyişi bugün gibi gözümün önündedir.

28 Temmuz 2013 Pazar

AKP'li iş arkadaşlarımıza...

İki aydır, elimizden geldiğince hem bulunduğumuz yerlerde, hem twitterda, hem de bu blogda Gezi olaylarının potansiyelini işyerlerine çevirmek gerektiğini anlattık durduk. İlk reaksiyonlar, “Gezi'de sokağa çıkmış insanları yine işyerlerine kapatmaya çalışıyorsunuz” türünden saçmalıklar oldu. Oysa biz, hem “Gezi'den sonra ne olacak?” sorusunun cevabını kendi düşüncelerimiz üzerinden anlatmaya çalışıyorduk, hem de Gezi'nin özgürleştirici potansiyelini işyerlerine yöneltmek için çaba sarfediyorduk.

Şu sıralar Gezi olayları çoğu yerde dindi. Hala yapılan gösteriler, çoğunlukla 31 Mayıs günü sokaklara çıkan milyonlarca insanın onda biri insanla yapılıyor. Görmek isteyen herkes bunun farkında. Yalnızca AKP'nin pis reaksiyonu başladığı için değil, aynı zamanda Gezi'nin önemli bir handikapı ortaya çıktığı için: Peki ya sonra?

Düşünce olarak gelinen yer ise çoğunluk için şu nokta: Sırrı Süreyya belediye başkanı olsun. Yok yok, Şafak Pavey olsun. Yok İhsan Eliaçık olsun. Vesaire. Yani demokrasi denen oyunun bizi götürdüğü en son nokta. Oysa en başından beri yapılması gereken önemli bir görev vardı. AKP'nin asla ulaşamayacağı, ulaştığı noktalarda asla taviz veremeyeceği, AKP'nin canını yakabilecek o biricik noktada örgütlenmek: Gezi ruhunu işyerlerine taşımak. Şu sıralar, yani bir anlamda iş işten geçtikten sonra, bir bölüm siyasetin nihayet isyanı işyerlerine yaymalıyız yazıları ortaya çıkmaya başladı. Geç olsun da güç olmasın diyebilirdik ama şu anda problem artık, “isyan”ın işyerlerine yayılması değil. Problem AKP'li çalışanları da kapsayacak işyerleri odaklı muhalefet ağları kurulması. Muhalefet dediysek, yalnızca AKP'ye karşı muhalefetten bahsetmiyoruz. AKP'nin 11 yılı boyunca, semirdikçe semiren patronlara karşı da bir muhalefet ağından bahsediyoruz.

İşte bu sebeple bu yazıyı kaleme aldık. Örneklerimiz eksik olabilir. Çalışan arkadaşların işyerlerindeki kendi deneyimlerini bize yazıp, örnekleri çoğaltmalarını arzuluyoruz. Tabi bunun için, AKP'li çalışan arkadaşlarıyla iletişime geçmiş ve işyeri sorunları üzerine konuşuyor olması ön şart. Yoksa, Sırrı'ya oy vermek üzerine yapılan konuşmaların AKP'li arkadaşlarımızı kazanmakta pek de işe yaramayacağını görmemiz gerekiyor.


AKP'ye oy vermiş iş arkadaşım,


Senin nasıl düşündüğünü ve Tayyip'e ya da senin deyişinle AK Parti'ye neden bu kadar destek olmak istediğini anlıyorum. Ama artık biraz da senin beni anlaman, dinlemen gerek.