Şu
beklenen, bir çok sorunun çözümü olacağı düşünülen işçi
hareketi bir türlü gelmek bilmeyince insanların kafaları da ister
istemez farklı çalışmaya başladı. Her kesimin, her fraksiyonun,
her solcu grubun yoğurt yiyişi de, Godot'yu beklemesi de farklı.
En uyduruk konularda kılı kırk yararak bilimsel tahliller yapmaya
çalışan Türkiye solunun bu ana konuya hiç mi hiç eğilmediği
görülüyor sanırız. Tabi onlar yine de aslında bu konuyu da
analiz ettiklerini iddia ediyorlar. Ama en küçük grupçuk bile,
“Şu işçi hareketi neden gelmedi?” sorusuna birden fazla cevap
veriyor.
Hızlıca,
verilen cevapları sıralayalım. Uzun süredir duyulmayan ama bir
dönemin gözde cevabı “Kriz gelecek ve işçi sınıfı harekete
geçecek”ti. Bunun “faşizm gelecek, halk ayaklanacak” ya da
“burjuvazi vurdukça sınıf ayaklanacak” türü versiyonları 80
darbesinden sonra gölgelere çekilmişti. Bir kısım troçkistler,
Troçki'nin 1905 yenilgisinden sonraki sözlerini papağan gibi
tekrarlayıp bu düşüncenin yanlış olduğunu söylediler bir
süre. Ama analizi bir adım daha ileri götürmediler. Bazıları
ise bunu bile söylemeden, olmaz öyle şey deyip bilgiç bilgiç
gülmekle yetindi.
Öncü
mü, yoksa fareli köyün kavalcısı mı?
Bir
diğer cevap, “ideoloji” bahanesi. Kimilerine göre egemen
sınıfın ideolojisi o kadar güçlü ki, o kadar yayılma aracı
var ki sosyalistlerin, solcuların ne söylediği duyulmuyor bile.
Hele hele AKP'den sonra. Bu düşünüşün sahiplerinin mottoları
Marx'ın kendisine bahane bulmak için değil, durum tespiti için
söylediği şu sözler: Egemen fikirler, egemen sınıfın
fikirleridir. “İyi tamam da bu her zaman böyle olacak, bunu nasıl
aşacağız?” sorusuna bir cevapları yok tabi ki. Ama bir gün,
bir şekilde, işçi sınıfı bizi dinlemeye başlarsa, otomatik
olarak bizim peşimizden geleceklerdir şeklinde fareli köyün
kavalcısı olacaklarmış gibi bir anlayışları vardır.
Türkiye'de
bir zamanlar en yaygın olan ve hala söylemde lafı geçen cevap,
herhalde öncüler hikayesidir. Bu düşünceye göre, öncüler
piyasaya çıkar, eylemler yapar, halka umut olurlar ve sonra da halk
onlara katılır. Kimi bu öncüleri “gerilla” olarak kurgular,
kimi işçi sınıfının içinden öncüler çıkarmaya uğraşır.
Sonuçta Küba'nın öyküsüyle Lenin'in işçi sınıfının
öncülerinden oluşmuş parti fikrinin stalinist simya ile
kaynaştırılması sonucu, çeşitli öncüler ortaya çıkar.
Ya
tutarsa?
Geçmişte
bizim de kullandığımız bir söylem vardır: Mayalanma süreci.
Biz de kullandık diye bu söylemi daha az eleştirecek değiliz. Bu
söyleme göre, işçi sınıfı on yıllardır bir mayalanma dönemi
içindedir. Bu mayalanma dönemi, bir nevi hazırlık dönemidir, ne
yapacağını bilememe döneminden yavaş yavaş, adım adım sınıf
gibi sınıf olma dönemine geçiş. Bu dönem boyunca küçük küçük
grevler olur ve o grevler yense de yenilse de her adımda sınıfı
deneyimle donatır. Bu sebeple, her grev, her direniş, her eylem
önemlidir ve sınıfa bilgi ve deneyim sağlar. Tabi bu söylem, tüm
bilgi ve deneyimin lineer şekilde büyüyeceği düşüncesine, en
azından umuduna dayanır. Oysa gerçekte, o deneyimler daha büyük
deneyimlere dönüşmediği sürece yok olup giderler.
Bazen
karşımıza çıkan cevap işçi sınıfı uyuyor ama uyanacak
metaforu şeklindedir. Bu cevaba göre sınıf her nedense uykuya
dalmıştır ama bir ara bir nedenle birden bire uyanacaktır. Tabi
bu cevabın, artık durumu anlamayacaklarını düşünenlerin kendi
kendilerini teskin etme, deyim yerindeyse hareket gelene kadar “imanı
pek tutma” gayreti olduğunu görebiliriz.
Yine
aynı amaca yönelik cevap, işçi hareketinin bir volkan patlaması
şeklinde geleceğidir. Bu kurguya göre, kimse onun ne zaman
patlayacağını bilemez. Bu bir tür “piyangodur”. Bir ara bizi
de vurur şeklinde inanılmaz sümsükçe bir düşünüş şeklidir.
Ama çoğu işçi sınıfçı olduğunu iddia eden sosyalist bu
fikirdedir. Hatta ne zaman patlayacağını öngörebilmek için
işaretler bulmaya çalışırlar.
Bizim
düşüncemiz bunlardan hiç biri değil. Godot gelmeyecek, o halde
kendi işimize bakalım diyen sol tandanslı liberallerden de
olamıyoruz, çünkü her gün o baskının, o anlamsızlığın
ortasında yaşıyoruz. Bizim düşüncemiz, işçi sınıfını ve
hareketi inşa etmek üzerine kurulu. Yıllarca sürecek bir uğraş
bu. Yavaş yavaş, adım adım, ilmek ilmek örmek, tuğla tuğla
inşa etmek demek. Yöntemlerimizi blogumuzu takip edenler
biliyorlar: İşyerlerinde mücadele odakları yaratmak.
Bir
işyerleri mücadele ağı yaratmak! Öyle artık her köşe başında
bulunan sol tandanslı dayanışma ağlarından değil. İnsanlara
umut vermek için kapitalizmin reklamcılık tekniklerini kullanarak
kurulan inisiyatiflerden değil. Grevlere yardım etmek gibi tamamen
doğru ve yapılması gereken bir işi, sanki tek yapılabilecek
işmiş gibi etrafa anlatanların kurdukları, başkalarının
mücadeleleri için kurulmuş platformlardan değil. İşyerlerindeki
küçük mücadelelerden başlayarak greve kadar her şeyi
örgütleyebilecek, yöntem olarak mütevazice çalışmayı seçmiş,
anonimliği ve kolektifliği ilke edinmiş çalışanlardan oluşmuş
kararlı bir ağ. Direk ve sorgusuz sualsiz işyerlerinin içinde on
yıllarca da olsa adım adım örgütlenecek bir ağdan bahsediyoruz.
Ve
tekrarlıyoruz: Godot gelmeyecek! Biz ona gideceğiz!
Krizi beklemeyin! Öncüleri beklemeyin! Volkan patlamalarını,
piyangonun size çıkmasını beklemeyin! Nasıl hergün ve hergün
ekmeğinizi taştan çıkarmak zorundaysanız, aynı şekilde yarını
yaratacak örgütlenmeleri de bugünden, şimdiden emek vererek
işyerlerinde yaratmak zorundayız. Kestirme yollar yok! Kolay yoldan
para kazanma hayallerini andıran tüm uğraşlar yalan!