23 Ekim 2012 Salı

Rönesans'ta sanat ve zanaat


Bu metin 13.08.2012 tarihli dazayn buluşmasındaki "Zanaatkar" konulu
konuşmadan toparlanmıştır.


İkinci Bölüm


Eski sanat ve sanat





Modern sanat ideal ve pratiklerinin evrensel olduğu yanılgısına düşmemek gerekir. Bugün Michelangelo’nun, Mozart’ın veya Shakespeare’in eserlerinden bahsederken, deha ve hayal gücündeki inceliklere değinilmesi, eski dünyadan günümüze sanat anlayışında gerçekleşen köklü değişikliklerin bir sonucu aslında. Bu yanılsamanın bir başka sebebi de “art” sözcüğündeki muğlaklıktan ileri geliyor. İngilizcedeki “art” sözcüğü, şiir yazma, ayakkabıcılık ya da yöneticilik gibi her türlü insanı beceriyi ifade etmek için kullanılan Latince “ars” ve Antik Yunan dilindeki “techne” sözcüklerinden türetilmiştir. Antik Yunan’da modern zamanlardaki sanata karşılık gelen bir kavram yoktur. Techne bütün sanatları da zanaatları da içerir.


Belirli bir amacı olan, bu amacına ulaşmak için belirli bir yol ve yordam izleyen, ve belirli bilgilerden yararlanarak nihayetinde bir takım ihtiyaçları gideren, yararlı, işlevsel kimi sonuçların ya da ürünlerin elde edildiği tüm etkinlikler techne bağlamında sınıflanır. Daha basitçe techne, modernizmdeki ‘rasyonel üretim’ anlamına gelir. 


Techne vs Episteme


Techne sanattan ziyade, episteme kavramından ayrılmasıyla anlamlandırılır. Episteme ideaların bölgesiyse, techne bu ideaların taklit edilerek (mimesis) maddeleştirildiği bölgedir. Örneğin bir masa fikri episteme’e, masanın üretilmesi ise techne’ye karşılık gelir. Biri bilmek, diğeri yapmak üzerine kurulur. Biri öncelikli olarak kafayı, diğeri elleri gerektirir. İlki özgür yurttaşlara özgü bir uğraş olan ‘Serbest Sanatlar’ı (Liberal Arts) ilgilendirir, ikincisi ötekilerin sanatı olan ‘Mekanik Sanatlar’ı. İleride, endüstri çağında, birbirlerinden ‘entelektüel emek’ ve ‘el emeği’ olarak ayırt edileceklerdir. 



Sanatçı vs Zanaatkar


Eski dünyada “sanatçı” modern bağımsızlık ve özgünlük ideallerine sahip değildi. Daha ziyade günümüz zanaatkar kavramımıza yakındı. Marangozluk, ayakkabıcılık, günümüzün liberal sanatları arasında yer alan resim ve heykeldekiyle aynı pratik, kavrayış ve beceri statüsündeydi. Çünkü eski dünyada fayda ve işlevsellik ön plandaydı.

Şairlik elleriyle iş gören ressamların ya da heykelcilerin statüsünden çok daha üstündü.  Kişinin “eğitimli” sınıfların üyesi olduğunu göstermek için kullanılıyordu. Tipik Romalı şair, ya amatörce yazan bir aristokrattı ya da himayeyle geçinen bağımlı bir kişiydi ve çok nadiren  konusunu ya da üslubunu seçmede tam bir özgürlüğe sahip olurdu.


Rönesans Dönemi


Rönesans dönemine gelindiğinde sanat hala özerk ve bağımsız değildi. Rönesans sanatçıları da özerk, bağımsız ya da tüm yetkilere sahip değildi; tedarikçi mantığında çalışıyorlardı.

• Sürekli atölyeleri olmayan ressam ya da heykelciler ortak iş alıyorlardı (Mantegna).
• Yarısı yapılmış bir heykeli tamamlamayı kabul edebiliyorlardı (Michelangelo).
• Yaratıcı bireyselliği düşünmüyorlardı; belli bir amaç için (geçim gibi) sipariş verilen bir şeyi imal etmeleri gerekiyordu.


Sanatçıların zanaatkar gibi çalıştıklarının bir örneği Donetollu'nun bilinen bir hikayesinde görülür:
Cenovalı bir tüccara yaptığı tunç büstün, tüccarın istediği uzunlukta olmadığını söylemesi üzerine deliye dönen Donetello tunç büstü parçalara ayırır. Tüccarın tunçtan çok paranın hesabını yaptığını söyler. Çünkü o dönemin sözleşmeleri kullanılan malzeme oranında yapılmaktadır.

Başka bir örnek de Leonardo'nun ünlü Kayalıktaki Meryem tablosuna ilişkin ele geçen sözleşmelerde ortaya çıkar:

25 Nisan 1483 günü Leonardo Da Vinci, Milano Meryem Ana Cemiyeti ile bir sözleşme imzalar. Sözleşmeye göre Leonardo, arkada planda dağlar ve kayaların bulunduğu ve ortasında da altın kabartmalı parlak deniz mavisi elbisesi içinde Meryem’in bulunduğu bir altar resim yaparak en geç Aralık’ın 8’inde teslim edecektir. Sözleşmede Leonardo’nun ayrıca, ileride resimde oluşabilecek deformasyonu da onarmayı kabul ettiği yazılıdır. Leonardo bu altar resim üzerinde yalnız çalışmıyordu. Tablonun ahşap çerçevesini işleyen bir de oymacı sanatçı vardır. Yani tek bir sanat eseri birçok akıl ve elin bir araya gelmesiyle üretiliyordu. Oysa modern sanat sisteminde hakim normlara göre, ideal olan yaratıcı iş birliği değil, bireysel yaratımdır. Eserin varoluş amacı bizatihi kendisidir.


Albrecht Dürer (1471-1528)
Kendi  Portresi 1498

Rönesans'ta modern sanatçı izleri

Rönesans döneminde, esas itibariyle modern sanatçı kavramının doğuşunu akla getiren üç çeşit kanıt vardı:

  1. Sanatçı biyografilerinin çıkışı
  2. Sanatçının kendi portesinin gelişimi
  3. Saray sanatçısının yükselişi

Resimde Albrecht Dürer İsa gibi bir poz veriyor. Bu Kendi Portesi ile ilgili birbiriyle çatışan yorumlar var. Kimileri bunu İsa'yı taklit etme dinsel geleneğinin bir parçası, kimileriyse ressamın küstah bir tavırla kendisini ilahi yaratıcı yerine koyduğunu iddia ediyorlar. İtalyan ve Alman ressamların kendi portreleri sanatçı/zanaatkar ayrımın olduğuna ilişkin işaretler olsa da, o dönem bu türden kendi portrelerin çoğunluğu "saray  sanatçıları" olarak bilinen küçük bir seçkinler grubunca yapıldığını da unutmamak gerekir. 


Kısaca Modern sanatın bireysel-biriciklik idealine karşı eski sanatın kolektif çalışma ideali var.


Sanatta iş birliği




Rönesans döneminde sanat üretimi iş birliği içinde gerçekleştiriliyor. 

    • Fresk çizimlerinde Raphael
    • Çok yazarlı tiyatro ürünlerinde Shakspeare.
    • Besteciler arasında serbestçe beste ve armoni alışverişlerinde Bach

Romeo ve Julliet'inin kapağına dikkat ederseniz, Shakspeare'in isminin kapakta yer almadığını görebilirsiniz.  Sadece basımı gerçekleştiren şirketin ve patronun adı görünüyor. 

O dönem bu tarz etkinlikler bir sanat eserini izlemek maksadıyla  gerçekleştirilmiyor. Elizabeth dönemi oyunlarında görüldüğü kadarıyla cambazlar, müzisyenler, soytarılar, hepsi gösterilen tiyatro içinde yer alıyor. Oyun sırasında seyyar satıcılar seyircilerin arasında dolaşabiliyor, palyaçolar seyircileri eğlendirmek için oyunu kesebiliyorlar.  Yani günümüzdeki gibi sanat sanat olduğu için izlenmiyor. Bu nedenle onu sanat olduğu için seyreden estetiksel üslubu benimsemiş bir izleyici kitlesi de bulunmuyor. Bu açıdan Shakespeare'in yazdığı oyunlar için sanat eseri yerine, halka açık gösteriler için her defasında yeniden şekillendirilen senaryolar demek daha doğru olur. 



Sonuç olarak Rönesans dönemine baktığımızda, zanaat ile sanat arasında hala net bir ayrım olmadığını görüyoruz. Kavramsal olarak birbirlerinden uzaklaşma yolunda olsalar da pratikte hala eşdeğer statülerini koruyorlar. Çok değil bir iki asır sonra, sanayi devriminden sonra, biri yaratıcılık ve dehanın, diğeri ise ucuz emek ve kol gücünün temsilcisi olarak konumlanacaktır. 


------------------------------------
Bölüm Kaynakları:

1. Tasarım dehşeti, Ali Artun
2. Sanatın İcadı, Lary Shiner
3. Wikipedia

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder