Bu yazı 13.08.2012 tarihli dazayn buluşmasındaki "Zanaatkar" konulu
konuşmadan toparlanmıştır.
konuşmadan toparlanmıştır.
Birinci Bölüm
Bugün neredeyse her şeye sanat diyebiliyoruz.
– “Yemek yapmak bir sanattır.”
– “Bu ayakkabı tam bir sanat eseri!”
Gelişen, değişen, dönüşen teknolojik süreçle artık kullanılmayan, nostaljik olan birçok araç gereç, ürün güzel sanat müzelerinde kitlelerin beğenisine sunuluyor. Köyde ekin biçmek için kullanılan bir oraktan su taşımak için kullanılan testiye veya çömleğe kadar birçok eşya, müzelerde sergilendiği gibi, evlerimizin bir köşesinde dekor maksatlı birer sanat eseri olarak yerlerini almaya başladı. Sanattaki bu serbestlik artık modernitenin sanata ve sanatçıya getirdiği özerlik ve bağımsızlıktan çok daha ötede bir yerde.
Modernite sanatı endüstrileşmenin ve makineleşmenin sebep olduğu tahribata karşı donatmıştı. 19. yy başlarında Kant ve Alman Romantikleri sanatın bir işlevi olmadığını, bir yarar ve çıkar sağlamadığını, yani bir ihtiyacı karşılamadığını savundular. Onlara göre sanat akıl karşısında hayal gücünün, gerçeklik karşısında düşün, bilincin karşısında bilinçaltının, tasarım karşısında yaratının, iş karşısında oyunun temsiliydi. Her sanat eserinin gündelik dile tercüme edilemeyen kendine özgü bir dili vardı. Bu kendine özgülük akılcı zihniyetleri temsil eden tüm fikirlere, eylemlere ve güçlere meydan okuyordu. Çünkü Deleuze'in deyimiyle "sanat direnir"di. (Ali Artun, 2008 YTÜ Konuşması)
Modern zamanlarda sanat tasarlanamaz ve yönetilemezdi. Çünkü sanat var olmak için özerk ve özgür olmak zorundaydı.
Sanat ehlileştiriliyor
Postmodernist zamanlarda “Sanat, kendi için özerk ve özgür olmak zorundadır” düşüncesinin yerini “Sanat, tüketilebilen olmak zorundadır” düşüncesi almaya başladı. Sanat artık popüler kültür yapıcıları tarafından kitlelerin yönetimi için kullanılan bir araca dönüşüyordu. Artık bir işe sanat denilmesinin ön koşulu satması, tüketilmesi idi.
Oysa bundan üç-dört yüz yıl önce bir işe sanat demenin ön koşulu ne özerk ya da bağımsız, ne de satılabilir ya da tüketilebilir olmasıydı. Sanat fayda ve işlevselliğin ön planda olduğu günümüzün zanaatkar kavramına yakındı. Marangozluk, ayakkabıcılık, günümüzün liberal sanatları arasında yer alan resim ve heykeldekiyle aynı pratik, kavrayış ve beceri statüsündeydi. Sanatın Modern zamanlarda kazandığı özgürlük, günümüzdeki ehlileştirilme süreciyle yok ediliyor ve henüz kafesleniyorken, modern zamanlar öncesi mekanik güce indirgenen zanaat, çok daha önce-moderniteyle birlikte girdiği kafesinden şimdilerde çıkmaya çalışıyor. Çünkü zanaatkar basitçe el emeğinden çok daha fazlasını temsil ediyor.
Zanaatkar
Sennett'ın tanımından yola çıktığımızda zanaatkarlığın bir marangozun sahip olduğu el hünerinden çok daha fazlasını ifade ettiğini görüyoruz; zanaatkarlık zaman, mekan, ırk, sınıf, toplumsal cinsiyet sınırlarının çok ötesinde; penceresinin önünden gözetlediğiniz bir marangozu, laboratuarda kaşlarını çatmış şekilde çalışan genç bir kadın teknisyeni ya da şehrin bir konser salonunda prova yapan konuk bir icracıyı kapsayan, bağlanılmış özgül bir insanlık durumu olarak karşımıza çıkıyor. Bu üçü için Sennett şöyle diyor: "Marangoz daha hızlı çalışsa, daha fazla mobilya satabilir; teknisyen önüne çıkan problemi şefine havale ettiği zaman onu alt edebilir; konuk icracı saate bakmayı akıl ederse tekrar anlaşma yapmak için şansı olabilir" (R. Sennett, Zanaatkar, sf. 32). Ancak onlar zanaatkar olarak "iyi bir iş çıkarmak üzere kendilerini adamışlardır". Bu nedenle esas olan yapmakta oldukları işleridir, o işten kazanacakları ya da işteki sorumluluk oranları değil.
Yeni bir senteze doğru
Sanat ve zanaat kavramlarının değişimi ve yollarının ayrılması Antik Yunandan günümüze kadar uzanan bir sürece dayanır. Antik Yunandan Rönesans'a kadarki zaman aralığında daha çok kavramsal olarak başlayan bu ayrım, ileride, 18. yy sanayileşme sürecinden sonra 19. yy teknolojik gelişmelerinin yaşanmasıyla pratiğe dönüşecek ve somutlaşarak yeni yeni yaşam biçimleri yaratacaktı. Kadim zanaatkarlık kavramı düşecek, onun sahip olduğu özgül insanlık durumu, yerini, makine yağına bulanmış ellere bırakacaktı. Artık başka bir kavram öne çıkıyordu: İşçilik
El ile kafayı, teknik ile bilimi ve sanat ile zanaatı birbirinden ayıran, yani kavrayış ile ifade edişi ayıran bu yeni "düzen", işyerlerinde işin iyiliği için zanaatkar ruhuyla çalışan işçilerin var olduğu bir geleceği tahayyül etmemizi güçleştiriyor olabilir. Ancak zanaatkarın bağlanılmış insanlık durumu, Linux geliştiricileri örneğinde olduğu gibi, zamanın teknolojik araçlarını iyi bir iş çıkarmak üzere kullanarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Deleuze "Sanat direnir" diyordu. Sanattan koparılan zanaatın "el emeği"ne indirgenmiş, bir otomata (işçiye) dönüşmüş siluetinin de, düzenin kafesi altından kurtularak özgürlüğünü ilan etmesi için direnmesi gerekiyor.
Zanaatkar ruhunun işyerlerimizde yeniden inşa olduğu bir gelecek tahayyül etmek güç değil. Halihazırda işyerlerinde zanaatkar gibi çalışan -süreçleri takip eden, bütünü görebilen, akışın farkında, kısaca işine hakim- çalışanların varlığı bunu doğruluyor. Ancak düzenin, yarattığı mekanikleşen işçi sınıfından zanaatkar ruhuna doğru evrilebilmesi ve teknolojiyi -yeni sınıflar yaratmak için değil, herkes için, içinde herkesin var olabileceği- ortak bir gelecek inşa etmek üzere kullanması için bahsettiğim bu ruh halinin yayılması gerekiyor. Belki hızla değil ama yavaş yavaş ve kök salarak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder