İşsizlik yalnızca zaman zaman başımıza gelen bir dert değil. Çalışırken bile derdimiz. Çünkü işsizlik korkusuyla sesimiz kesiliyor. İşyerlerindeki muameleye karşı çıkamıyoruz. Keyfi ya da sistemli kötü davranışlara laf edemiyoruz. Emir kulu gibi görülmeye isyan edemiyoruz. Üç kuruşa ve verimsizce günde 16 saate varan çalışmaya karşı koyamıyoruz. Artık psikolojik sınırımız neredeyse, gelene ağam, gidene paşam deyip duruyoruz. Gıkımızı çıkarsak, adamlar bizi atar, tazminat bile vermez, ortalıkta kalırız diye düşündüğümüzden susuyoruz.
Yükselme arzusunda olanlar, hala bu umudu kaybetmemişler, bu durumu normal karşılıyor. Hatta bu durumu olumluyorlar bile. Yoksa işler dönmezmiş de, burası eğitim kurumu değilmiş de, piyasa bunu istiyormuş da. Desenize açık açık, ben paçayı kurtarmanın yolunu buldum, müdür oluyorum, siz de ne haliniz varsa görün diye.
Biz geri kalanlarsa intikam hayalleri kuruyoruz. İşten çıkarken
söyleyeceklerimizi hayal ediyoruz. HR’la ya da şu çok bilmiş müdürle son
görüşmede atacağımız tek kurşunun hazzını düşlüyoruz. Ama kendimizi
kandırmayalım. Giderken, bize yapılanların onda birini anlatamayız. Ya iyi
referansa muhtacız, ya yeniden başka yerlerde birlikte çalışma korkumuz var.
Yeniden yüzyüze gelebiliriz, dünya küçük. Dolayısıyla kurduğumuz fantaziler hep
içimizde kalacak. Bize yapılanlar, bize de başkalarına da yapılmaya devam
edilecek. Çünkü biz onları değiştirmek, işi yönetenlere böyle
yönetemeyeceklerini göstermek için hiç bir şey yapmadık. Yani aslında çatır
çatır sömürüldük. Adamlar bizden istediklerini aldılar ve biz sözümüzü bile
söyleyemedik.
Şu anda hükümet verilerine göre işsizlik düşüyor. Zamanında İngiliz
başbakanı Benjamin Disraili demiş; “Yalanın bir çok çeşidi var, beyaz yalanlar
var, lanet yalanlar var, kuyruklu yalanlar var. Bir de istatistikler var.” O
hesap, bu istatistik de yalan. Düşen, iş talebi. Yani artık bir çok genç iş
bulma umudunu yitirmiş, sağda solda baba parası yemenin, mafyaya kapağı atmanın
yolunu tutmuş durumda. Biz neden yeni iş bulamıyoruz? Bulduğumuzda neden bir
başka işe geçerken bu kadar zorlanıyoruz? Neden, HR’lar bin dereden bin su
getiriyorlar bizi alırken? İhtiyaçları o kadar da fazla değil mi yoksa? E hani
işsizlik düşmüştü? Hani yeni istihdam olanakları yaratılmıştı? Eğer öyleyse,
nerde, hani? Neden 4001 kadroları bu kadar dolu? Üniversitelisinden, okur yazar
olmayanına kadar neden herkes devletle ilgili bir yere kapağı atmak için
çırpınıyor?
İşsizliği azaltmanın yolu belli: İş saatlerinin azaltılması. Ama aynı
ücretlerle. Yoksa, biz daha fazla kazanmak için ikinci, üçüncü işler bulmak
zorunda kalırız ki, bu da neredeyse aynı hesaba gelir. Hadi bulamadık diyelim,
para yoksa satın alma yok, bu da kriz demektir. Sonuçta sistemi asıl besleyen
bizim aldıklarımız. Yoksa iç piyasa çöker mazallah.
İş saatlerinin azaltılması deyince, sanki bu devlet tarafından yapılabilir
gibi geliyor. İyi de devlete, hele hele bu AKP’ye kim bu çözümü zorlayacak? Kim
fabrika sahiplerine, karınızın birazından vazgeçme zamanınız geldi, diyecek? Kim
bu olmazsa, işsizliğin çözülmeyeceğini, işsizlik çözülmeden de ekonominin berbat
hale geleceğini anlatacak? Bütün hükümetler gibi AKP de zenginlerin malını daha
da büyütme derdinde. Bu sefer zenginler daha yeşilimsi oldular o kadar. Ama
temel kaygı aynı. Çalışanlar yeterince ezilmeli ki, zenginler kar etsin. Kim
fabrika sahiplerini susturup, böyle bir hükümete, eğer bunu yapmazsan ekonomi
kaosa sürüklenecek fikrini anlatacak? Aslında “dikte edecek”?
Dolayısıyla bizim bunu anlatabilecek güce ihtiyacımız var. “Halk”a yönelik kampanyalar yerine, çalışanların içinde bunu anlatmaya, diğer iş
arkadaşlarımızı buna ikna etmeye ihtiyacımız var. Bu olmadan, çalışanların çoğu
bu talebin işsizliği azaltmak için tek gerçekçi talep olduğuna ikna olmadan
gücümüz mü olabilir? Hadi grev yapalım bu talep uğruna desek kaç kişi bizim
peşimizden gelir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder