Eğri oturup doğru konuşalım. Bugünü
kaybettik. Bu durumu hazmetmek gerek. Kimse çıkıp da “şöyle kazanımlar var,
böyle direnişler var, böyle böyle olaylar var” demesin. Bu olanlar ya hayal
ürünü, ya abartma, ya da onlara kazanım denemez bile. Kimse THY'de olanlar için
“kazanım” diyemez. Kimse Tekel işçilerinin bütün direnişlerine rağmen işlerin
yolunda olduğunu söyleyemez. Kimse tek tek, birey birey “direniş” yapanları
bize örnek göstermesin. Bunlar arasında tek istisna, gerçekten mütevazi ama
olağanüstü kararlı adımlarla bir kazanım elde etmiş olan Gaziantep tekstil işçileri.
Kazanmaya başlamanın ön koşulu
bugünü kaybettiğini itiraf etmektir. Eğer etmezsek, kendiliğinden bir hareket
canlanana kadar abuk subuk kahramanlık zırvalarına tav olacağız ve o hareket
geldiğinde onu doğru yerlere ilerletecek azıcık akıl bile kalmamış olacak
kafamızda. Çünkü hayal dünyasında yaşamaya devam etmiş olacağız.
Öncelikle hamasiyetten, kahramanlık fantazilerinden uzak durmak gerek. Çünkü bu
düşünceler beynimizi yiyiyor. Bizler, tekil tekil bir hiçiz. Yalnızca birlikte
bir şeyler yaparak hiçlikten kurtulabiliriz. Bu düşüncenin sonuna kadar
gidilmeli. Tek bir bireyin, kıpkızıl bir bayrak sallamasındansa, binlerce
insanın kafasında bir tek soru işareti ortaya çıkması daha iyi değil midir?
Şu bir kez daha canlanan aforizma
solculuğu devrini bir an önce kapatmak gerekiyor. Eğer aforizmalarla düşünmeye
çalışırsak, gerçek hayatı ıskaladığımızın farkında olmayız. Neden mi? Aforizmalar,
çelikten ilkeler gerçek hayatı modelleyemez de ondan. Hayat çok daha
karmaşıktır ve kılı kırk yaran analizlere ihtiyaç duyar.
Dünya emeğin
olacak!
Kişi sonunda ancak kendini yaşar!
Ak akçe karagün içindir!
Bütün bu
düşünceler, bütün ilkeler bize güç verebilir ama yön gösterici değildir. O
halde aforizma solculuğunu bir an önce terketmek gerekiyor. Bir an önce gerçek
durumların gerçekçi analizlerine başlamak gerekiyor.
Durmadan dert yanan, durmadan acıları anlatan, böylelikle en büyük acıdan en
küçüğüne kadar her şeyi eşitleyen bir söylem biçimi. Evet, birçok insan bundan
etkileniyor. Ama birçok insan da bundan nefret ediyor. Ve sonuç ortada. Gerçek
durumların gerçekçi analizine başladığımızda, bize acı veren şeyler arasında
ayrım yapabilecek hale geleceğiz. Artık arabeskçilikten uzak durmak gerekiyor.
Yalnızca söylem ve davranış
biçimleri problemli değil tabii ki. Kafamızdaki kavramlar da, önemli olan
olmayan hiyerarşi de yanlış. Örnek vermek gerekirse, üniversite mezunları
arasında şu ana kadar düşünülen durum şöyleydi: Kariyer, para derdinden olanlar
büyük şirketlere girerler. Onlar paraya para demez. Onlar paraya “money”
derler. Oysa idealist olanlar, politik nedenlerle, kendi hayatlarını riske atıp
şan-şöhret-kariyer heveslerine hiç kapılmayıp belki sivil toplum
kuruluşlarında, belki yarı gönüllü yardım kuruluşlarında, belki de “profesyonel
devrimcilik” yaparak hayatlarını geçirme kararlılığındadırlar.
Oysa gerçek baş aşağı duruyor bu
düşüncelerde. Şirketlerde çalışan kişilerin paraya “money” deme olasılıkları
yok denecek kadar az. Üstelik bir şekilde hayata tutunmaya çalışırken, o
kocaman hiyerarşinin çarkları arasında ezilmemek ve her gün
oldukları konumları yeniden kazanmak zorundalar. Oysa “idealist” olanlar,
hayatın gerçek yükünden kaçıp, toplumun bonus yiyicileri olmak üzere kenara
çekilenler. O halde kafamızda kurduğumuz hiyerarşi yanlış. Asıl acıları
çekenler, yine çalışanlar. Diğerleri bizim kendi kolektif irademizin
yardımcıları olabilirler ancak. Bize akıl öğreten olamazlar!
Yalnızca bu değil; mesela gösteri
düşüncesini yeniden ele almak gerekiyor. Gösteriler ne içindir? Hükümeti
zorlamak için. Neye? Bir kanunu geçirmesi ya da geçirmemesi için mesela. Peki
mekanizması nedir? Yani bir hükümeti nasıl zorlar gösteriler? Gösteriler asıl
büyük olayın küçük uyarıcısıdır. 4C gibi bir yasayı zorlamaya mı başladılar? Ya
da kıdem tazminatını ortadan mı kaldıracaklar? Güçlü bir gösteri yaparsanız, bu
ardından yapacağınız bir genel grev için uyarıdır. Hükümete, devlete, bunu
yapma, yaparsan ben de bunu yaparım, dediğimiz bir işarettir. Ya başka?
Toplumdaki reaksiyonun düzeyini gösterir. Eğer o anda hükümet, bu yasayı
çıkarırsa, oy kaybına uğrayacağını, kendi milletvekillerinin itirazıyla
karşılaşabileceğini vs. düşünerek geri adım atabilir.
Peki de AKP gibi bunları hiç
takmayan, takmadığı için daha da büyük oy alabilecek bir hükümete bunlar
yeterli mi? Tabii ki hayır. Kazanmak isteyen bir muhalefet, bu uyarıları blöf
olarak yapmaz. Arkasında gerçek güç varsa yapar. Yani mesela gerçekten bir
genel greve gidebilecekse. Neyse, zaten bu konudaki düşüncelerimizi manifest yazımızda
açıklamıştık. İşin kısacası, eğer gösteriler daha ileri eylemlere yol
açabiliyorsa ya da bundan başka yapacak bir şey yoksa anlamlıdır. Aksi halde
yalnızca gaz alma eylemlerine dönüşür ve bu şekilde de o hükümetin, devletin
işine yarar. İstediğimiz kadar allayıp pullayalım. Durum budur.
O halde yapmamız gereken, hamasiyetle
kendimizi dev aynasında görmeyi, aforizmalarla düşünsel felç geçirmeyi,
arabeskleşerek kendimizi gülünç zavallılar haline getirmeyi bir an önce
bırakmak. Ve en gerçekçi yolda ilerlemek. Bu blogun ya da twitter accountumuzun
takipçileri bilirler. Gerçekçi yol dediğimizde, iş yerlerinde örgütlenmeyi ve
yeniden güçlenmeyi kastediyoruz. O halde olduğumuz yerlerde yani iş yerlerinde
büyüyü ve zehri, savaşı ve barışı, çıkıntılığı ve uzlaşmayı, kısacası
örgütlenmek için her yöntemi denemeye devam!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder