İş yerleri ağlarını, cemaatimizi,
topluluğumuzu, adına ne derseniz deyin, kurarken şu ana kadar karşımıza çıkan
engellerin bir tasnifini yapmak gerek. Şunu belirtmek gerekir: Ağları inşa
görevine henüz sendikası olmayan, geliri çalışanların ortalamasının üstünde
olan beyaz yakalı iş yerlerinde başladığımız için anlatacağımız problemler
buralara özgü olabilir. Ama henüz oralarda etkimiz olamasa da, benzer
problemlerin mavi yakalı ya da karma iş yerlerinde de olduğunu biliyoruz.
İlk problem istikrar. Kurduğumuz
ağın, bir sinir sistemi gibi çalışması gerekiyor. Yani düzenli aralıklarla
ağımızın/cemaatimizin her bir bireyine ulaşmak. İş yaşamı zor. Molalarda ve
öğle yemeğinde yanyana geliyoruz. Bunlar dışında geceler ve hafta sonları
yanyana gelebiliriz. Oysa ağın kendi mantığı gereği gün içinde birbirimizle
haberleşecek yollar bulmak gerek. Yoksa olaylara, ağımız dışındakilerin
tartışmalarına sıcağı sıcağına müdahale etmek imkansız olur. Grev anında yerden
bitiveren kimlik solcularına benzeriz. Sonuçta, günlük olamasa bile her bir
bireyimize ulaşmak ve ondaki bilgileri moda deyimle “güncellemek” zorundayız.
Yoksa, bazı arkadaşlarımızın hayatın akışı içinde uzaklaşmaları an meselesi.
İkinci problem, manevra yeteneği.
İşverenin ve onun vekillerinin manevralarına, yalanlarına, dedikodu gazetesine
verdikleri röportajlara anında cevap bulmak ve hızlı reaksiyon göstermek
gerekiyor. İş yaşamı o kadar yoğun ki bazen bunları kaçırıveriyoruz. Bazen o
haberler -maaşlara bu yıl zam yok, bilmem ne bölümü verimsiz bulunduğu için
kapatılıyor vs.- gelip geçtiği halde kafamızı kaldıracak halimiz olmuyor. Buna
yine dayanışma dışında bulunabilecek bir çare yok. Ağımız o işyerinde belirli
büyüklüğe erişene kadar yoğunluğa göre görevleri değiş tokuş etmemiz gerekiyor.
Biri bir an haberlerle ilgilenirken, biri o haberlere verilecek reaksiyonu
çevremizdeki insanlar üzerinde “test” ederken, bir diğerimizin o sırada işiyle
ilgilenmesi gerekebiliyor. Sonuçta önemli olan, işverenin eline koz vermeden
onun baskısına karşı direniş odağı kurabilmek.
Üçüncü problem, elimizdeki araçların
ve konuların çeşitliliğini unutmak. İş yapış şeklinden maaşlarımıza,
müdürlerin/ustabaşlarının davranışlarından yalakaların yarattığı hasarlara
kadar birçok konuda problemlerimiz var. O iş yerine özgü konular kadar, güncel
politika konusunda da iş arkadaşlarımızla konuşuyoruz. Yalnızca konuşmuyoruz,
iş yapış şeklini de adım adım çalışanlar lehine değiştirmeye çalışıyoruz.
Örneğin, beyaz yakalı iş yerlerinde, işin kölece emredilmesi-yapılması çemberini
kıracak şekilde kendi fikirlerimizi öne sürüyoruz. Diğer türlüsü zorlanırsa
direnç gösteriyoruz, bizim istediğimiz şekilde, yani kolektif olarak yapılması
için bastırıyoruz. Çünkü kolektif çalışanın kolektif mücadele edeceğini
biliyoruz. O halde hayal gücümüzü daha fazla kullanmamız gerekiyor. Klasik
histerik karşı çıkışı yıkabilecek yegane yol zaten bu.
Aslında üç problemin de ana noktası,
günümüzün ana problemi: Çalışanların mücadelesinin geriliği. Ama zaten
iş yerleri ağlarını bu gerilikten kurtulmak, kendi haklarımızı alabilmek ve
güzel bir gelecek inşa etmek için kurmuyor muyuz? Bu problemler alt edildikçe,
ağlarımız daha da yayıldıkça, gelecekte diğer çalışan arkadaşlarımız da kendi
iş yerlerinde benzer ağlar kurdukça bu düşündüklerimiz daha gerçek, daha ulaşılabilir
hale gelecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder