Dazayn, twitter'da şunu
twittlemişti; “Calismamak uzerine methiyeler haz verir. Ama
calismak zorundayiz. Onun icin sosyalizm=tatil laflarina
aldirmadan,isyerimizde orgutlenelim!”
Haklı olarak bize şu
soru gelmişti; “sosyalizm herkese is ve daha kısa calışma
süreleri ile sosyal ve kültürel aktivitelere daha fazla vakit
ayırmayı hedeflemez mi?”
Biz de şöyle cevap
vermiştik; “Tabi ki. Ama bu calisma olmayacak ya da isyerleri
hiyerarsisi ayni kalacak, biz az calisacagiz demek degil ki.”
“Baslangicta yeni ekonomik ve isyeri modellerini uygulamak ve
kapitalist uretimden daha verimli oldugumuzu gostermemiz gerekecek.”
Bu soru bizi sosyalizm
sözünden ne anlıyoruz sorusuna götürüyor. Ama negatif örnekleri
bir an için unutalım. Bir arkadaşımızın deyimiyle, “Ne
olmadığımızı değil ne olduğumuzu anlatsak daha iyi olcek”.
Sosyalizm, çalışanların
herşeyi doğrudan yönettikleri rejimdir. Sorsanız, her kendisine
sosyalistim diyen, bu sözü kabul eder. Ama bir çoğuyla biraz daha
sohbet edince, aslında tam olarak bunu kastetmediklerini görürsünüz.
Kimi şöyle der: Evet öyle, ama sosyalizm işçilerin devrimci
partisinin iktidarıyla olur. Ya da şöyle: Evet ama önce demokrasi
gerekir. Belki de şöyle: Falanca parti seçimlerde bir fazla oy
alsın, o zaman sosyalizmi kuracağız. Yani, ya bir erteleme vardır,
ya bir başkasına havale. Sonuçta ne kadar mükemmel ve ne kadar
solcu olursa olsun, bir insan, bir parti iktidara gelince, o rejim
sosyalist olmaz. Sosyalizm için, çalışanların kendi kendilerini
idare etmeleri, ekonomiyi, siyaseti ele geçirmeleri gerekir.
Evet, biz tamı tamına
işyerlerinde, ekonominin bütününde, siyasetin
kendisinde tüm kontrolün çalışanlara geçmesini istiyoruz. Öyle,
demokrasi gelsin, sonra bakarız demiyoruz. Kendi yönetme isteğimizi
geleceğe ertelemiyoruz. Birilerine inisiyatif verip, oy verip,
onların bizim için bir şeyleri inşa edeceğine inanmıyoruz.
Çünkü yapılanlar ortada. Biz, şimdi, şu anda, doğrudan bu işe
başlamak gerekir diyoruz. Hedeflerimize, yani tüm işyerlerinin,
ülke ve dünya ekonomisinin ve siyasetin kontrolünün doğrudan
çalışanlara geçmesi hedefine bir anda ulaşamayacağız tabi ki.
Ama zenginlerin yönettikleri bir rejimin içinde kendi
adacıklarımızı bugünden kurmaya başlayacağız.
Geçmiş “deneyimleri”
de bu gözle görüyoruz. SSCB'ymiş, Çin'miş, Küba'ymış, eğer
çalışanlar doğrudan, direk, parti marti arada olmadan,
işyerlerinin başında bürokratlar olmadan yönetemiyorlarsa, biz
oralara sosyalist felan diyemeyiz. En azından başka bir ad bulunana
kadar, bunlar sosyalizm felan değildir. Kırmızı bayrakla
sosyalizm olsaydı, Türkiye de sosyalist olurdu.
Dolayısıyla tutup
bize, bilmem nerede örgütlenin diyenlere, siz işyerlerinizde
örgütleniyor musunuz? sorusuyla karşılık veriyoruz. Çünkü,
etraf kendisini riske atmadan hep başkalarının hayatını,
başkalarının sorunlarını paylaşan, ama kendi hayatına gelince
mızırdanmaktan başka hiç bir şey yapmayanlarla dolu. Oysa bize,
hem politik hem de ekonomik olarak kendi işyerinde örgütlenen,
politik cemaatini kuran, kendi ağını “içeride”- işyerinde
inşa eden ve bunun için her yöntemi, büyüyü, zehri, savaşı,
her ama her yöntemi deneyen, risk alan ama örgütlü olarak hareket
ederek bu riskleri bertaraf eden çalışanlar gerek. Tüm derdimiz
zaten, bizim “taraf”ın bir türlü var olmaması ya da tam
olarak “bizim taraf” olmaması değil mi? O halde elimizi
kolumuzu kavuşturarak, yanımızdaki çalışanların öfkeyle
patlamalarını mı bekleyeceğiz?
Not: @iadiguzel
e sorusu için teşekkürler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder