16 Eylül 2012 Pazar

Geleceği kazanmak


Eğri oturup doğru konuşalım. Bugünü kaybettik. Bu durumu hazmetmek gerek. Kimse çıkıp da “şöyle kazanımlar var, böyle direnişler var, böyle böyle olaylar var” demesin. Bu olanlar ya hayal ürünü, ya abartma, ya da onlara kazanım denemez bile. Kimse THY'de olanlar için “kazanım” diyemez. Kimse Tekel işçilerinin bütün direnişlerine rağmen işlerin yolunda olduğunu söyleyemez. Kimse tek tek, birey birey “direniş” yapanları bize örnek göstermesin. Bunlar arasında tek istisna, gerçekten mütevazi ama olağanüstü kararlı adımlarla bir kazanım elde etmiş olan Gaziantep tekstil işçileri.
           
Kazanmaya başlamanın ön koşulu bugünü kaybettiğini itiraf etmektir. Eğer etmezsek, kendiliğinden bir hareket canlanana kadar abuk subuk kahramanlık zırvalarına tav olacağız ve o hareket geldiğinde onu doğru yerlere ilerletecek azıcık akıl bile kalmamış olacak kafamızda. Çünkü hayal dünyasında yaşamaya devam etmiş olacağız.


Peki geleceği nasıl kazanacağız?
Öncelikle hamasiyetten, kahramanlık fantazilerinden uzak durmak gerek. Çünkü bu düşünceler beynimizi yiyiyor. Bizler, tekil tekil bir hiçiz. Yalnızca birlikte bir şeyler yaparak hiçlikten kurtulabiliriz. Bu düşüncenin sonuna kadar gidilmeli. Tek bir bireyin, kıpkızıl bir bayrak sallamasındansa, binlerce insanın kafasında bir tek soru işareti ortaya çıkması daha iyi değil midir?


Şu bir kez daha canlanan aforizma solculuğu devrini bir an önce kapatmak gerekiyor. Eğer aforizmalarla düşünmeye çalışırsak, gerçek hayatı ıskaladığımızın farkında olmayız. Neden mi? Aforizmalar, çelikten ilkeler gerçek hayatı modelleyemez de ondan. Hayat çok daha karmaşıktır ve kılı kırk yaran analizlere ihtiyaç duyar. 

Dünya emeğin olacak! 
Kişi sonunda ancak kendini yaşar! 
Ak akçe karagün içindir! 

Bütün bu düşünceler, bütün ilkeler bize güç verebilir ama yön gösterici değildir. O halde aforizma solculuğunu bir an önce terketmek gerekiyor. Bir an önce gerçek durumların gerçekçi analizlerine başlamak gerekiyor.



Bir başka problem de arabeskçilik. 

Durmadan dert yanan, durmadan acıları anlatan, böylelikle en büyük acıdan en küçüğüne kadar her şeyi eşitleyen bir söylem biçimi. Evet, birçok insan bundan etkileniyor. Ama birçok insan da bundan nefret ediyor. Ve sonuç ortada. Gerçek durumların gerçekçi analizine başladığımızda, bize acı veren şeyler arasında ayrım yapabilecek hale geleceğiz. Artık arabeskçilikten uzak durmak gerekiyor.


Yalnızca söylem ve davranış biçimleri problemli değil tabii ki. Kafamızdaki kavramlar da, önemli olan olmayan hiyerarşi de yanlış. Örnek vermek gerekirse, üniversite mezunları arasında şu ana kadar düşünülen durum şöyleydi: Kariyer, para derdinden olanlar büyük şirketlere girerler. Onlar paraya para demez. Onlar paraya “money” derler. Oysa idealist olanlar, politik nedenlerle, kendi hayatlarını riske atıp şan-şöhret-kariyer heveslerine hiç kapılmayıp belki sivil toplum kuruluşlarında, belki yarı gönüllü yardım kuruluşlarında, belki de “profesyonel devrimcilik” yaparak hayatlarını geçirme kararlılığındadırlar.

Oysa gerçek baş aşağı duruyor bu düşüncelerde. Şirketlerde çalışan kişilerin paraya “money” deme olasılıkları yok denecek kadar az. Üstelik bir şekilde hayata tutunmaya çalışırken, o kocaman hiyerarşinin çarkları arasında ezilmemek ve her gün oldukları konumları yeniden kazanmak zorundalar. Oysa “idealist” olanlar, hayatın gerçek yükünden kaçıp, toplumun bonus yiyicileri olmak üzere kenara çekilenler. O halde kafamızda kurduğumuz hiyerarşi yanlış. Asıl acıları çekenler, yine çalışanlar. Diğerleri bizim kendi kolektif irademizin yardımcıları olabilirler ancak. Bize akıl öğreten olamazlar!


Yalnızca bu değil; mesela gösteri düşüncesini yeniden ele almak gerekiyor. Gösteriler ne içindir? Hükümeti zorlamak için. Neye? Bir kanunu geçirmesi ya da geçirmemesi için mesela. Peki mekanizması nedir? Yani bir hükümeti nasıl zorlar gösteriler? Gösteriler asıl büyük olayın küçük uyarıcısıdır. 4C gibi bir yasayı zorlamaya mı başladılar? Ya da kıdem tazminatını ortadan mı kaldıracaklar? Güçlü bir gösteri yaparsanız, bu ardından yapacağınız bir genel grev için uyarıdır. Hükümete, devlete, bunu yapma, yaparsan ben de bunu yaparım, dediğimiz bir işarettir. Ya başka? Toplumdaki reaksiyonun düzeyini gösterir. Eğer o anda hükümet, bu yasayı çıkarırsa, oy kaybına uğrayacağını, kendi milletvekillerinin itirazıyla karşılaşabileceğini vs. düşünerek geri adım atabilir.

Peki de AKP gibi bunları hiç takmayan, takmadığı için daha da büyük oy alabilecek bir hükümete bunlar yeterli mi? Tabii ki hayır. Kazanmak isteyen bir muhalefet, bu uyarıları blöf olarak yapmaz. Arkasında gerçek güç varsa yapar. Yani mesela gerçekten bir genel greve gidebilecekse. Neyse, zaten bu konudaki düşüncelerimizi manifest yazımızda açıklamıştık. İşin kısacası, eğer gösteriler daha ileri eylemlere yol açabiliyorsa ya da bundan başka yapacak bir şey yoksa anlamlıdır. Aksi halde yalnızca gaz alma eylemlerine dönüşür ve bu şekilde de o hükümetin, devletin işine yarar. İstediğimiz kadar allayıp pullayalım. Durum budur.


O halde yapmamız gereken, hamasiyetle kendimizi dev aynasında görmeyi, aforizmalarla düşünsel felç geçirmeyi, arabeskleşerek kendimizi gülünç zavallılar haline getirmeyi bir an önce bırakmak. Ve en gerçekçi yolda ilerlemek. Bu blogun ya da twitter accountumuzun takipçileri bilirler. Gerçekçi yol dediğimizde, iş yerlerinde örgütlenmeyi ve yeniden güçlenmeyi kastediyoruz. O halde olduğumuz yerlerde yani iş yerlerinde büyüyü ve zehri, savaşı ve barışı, çıkıntılığı ve uzlaşmayı, kısacası örgütlenmek için her yöntemi denemeye devam!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder